Dilek Duası  

Go Back   Dilek Duası > DİNİMİZ İSLAM > Mezhepler

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Maliki Mezhebi doguasya Mezhepler 1 04-06-14 00:50
Maturidi Mezhebi doguasya Mezhepler 1 04-06-14 00:49
Eş'ari Mezhebi doguasya Mezhepler 1 04-06-14 00:48
Şafi Mezhebi doguasya Mezhepler 1 04-06-14 00:47
Hambeli Mezhebi doguasya Mezhepler 0 12-12-11 01:20

Yeni Konu aç Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 12-12-11, 01:28   #1 (permalink)
doguasya
ziyaretçi
 
Mesajlar: n/a
Konular: 6
Standart Hanifi Mezhebi

Hanifi Mezhebi

Hanefi Mezhebinin Nakil Ve Tedvini


îmam Ebu Hanife, başlı başına bir kitap´telif etmemiştir. An­cak ona birtakım küçük risaleler nisbet edilmektedir. el-Fikhu´I-Ekber, el-ÂIim ve´1-Müteallim, 132 H. yılında ölen talebesi Osman el-Betti´ye yazdığı risale ile Kaderiyye görüşlerini reddetmek için kaleme aldığı risale bunlar arasındadır. Bu risalelerin hepsi kelâm ilmine, öğüt ve nasîhata dairdir. îmam A´zam, fıkha dair bir eser yazmamıştır. Onun fıkhı görüşlerini, ictihad ve fetvalarını nakle­den ve bir araya toplayan talebeleridir.

Ebu Hanîfe´nin fıkhmı ve ilmî çalışmalarını unutulmaktan kur­taran kıymetli talebeleri arasında, bilhassa, iki isme Taslamaktayız. Bunlara, îslâmm fıkıh tarihinde, İmam A´zam´la Uzun zaman arkadaşlık ettikleri, ondan ayrılmadıkları ve ****larının kurmuş olduğu fıkıh ekolünü yaşattıkları için «sâhibeyn» (iki arkadaş veya iki ta­lebe) adı verilmektedir.

İşte bunlardan birincisi Yakub b. îbrahim el Ensârî (öl. 182 H.) olup «Ebu Yusuf» diye bilinir ki, oğlu Yusuf ile künyelenmiştir. îmam Ebu Yusuf, İmam Ebu Hanîfe öldükten sonra 32 yıl daha yaşamış­tır. Ebu Yusuf´un yazmış olduğu ve Ebu Hanîfe´nin görüş ve riva­yetlerini de içine alan önemli eserleri şunlardır:

1 Kitab´ul-Âsâr: Bu eseri, Ebu Yusuf un oğlu Yusuf baba­sından, o da Ebu Hanîfe´den rivayet etmiştir. Bu eserdeki senedler, Ebu Hanife´den sonra Uz. Peygamber´e, bir sahabîye veya Ebu Ha-nife´nin rivayetini benimsediği bir tabiîye dayanır. Aynı zamanda bu «serde o, Irak fakihlerinden bir çok tabiilerin fetvalarını topla­mıştır. Bu eser, Ebu Hanîfe´nin istinbat metoduna bağlı olan bir fı­kıh mecmuası duruumnda olup îmam Ebu Hanîfe´nin istinbat ve ic-tihad´daki mevkiini göstermektedir.

2 İhtilâfu Ebî Hanîfe ve İbni Ebi Leylâ: Bu eserde Ebu Yu­suf, 148 H. tarihinde ölen Kadı İbni Ebî Leylâ ile İmam Ebu Hanîfe arasındaki ihtilâfları toplamıştır. Burada, Ebu Hanîfe´nin görüşlerinin bir müdafaası yapılmaktadır. Ebu Yusuf´un bu eserini rivayet eden Muhammed b. el-Hasen eş-Seybâni´dir.

3 er-Reddü Alâ Siyeri´l-Evzâî: Bu değerli eserde, savaş ha­linde müslüm anlarla gayri müslimler arasındaki alâka ve münase­betler ve cihadla ilgili hususlarda Evzaf ile diğerleri arasındaki ih­tilâflar yeralmaktadır. Burada Ebu Yusuf, Iraklıların görüşünü desdeklemekte ve Evzaî´nin fikirlerini reddetmektedir.

4 Kitab´ul-Harâc: Ebu Yusuf, bu ölmez eserinde islâm devle­tinin maliyesi için değişmez ve sağlam bir nizam ortaya koymakta­dır. Burada o, ****sı Ebu Hanîfe´ye muhalefet ettiği meseleleri de ele alıp hem kendi görüşünü hem de ****sının görüş ve içtihadını büyük bir samîmiyyet, ciddiyyet ve ilim adamından beklenilen bir dürüstlükle anlatır. Burada ihtilaflı olduklarını anlatmadığı hususlarda onun ****sıyla fikir birliğine sahip olduğu düşünülebilir.[44]

İmam A´zam´ın mezheb ve görüşlerinin yayılmasını sağlayan ikinci talebesi, Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânîdir. O, 132 H. yılında doğmuş ve 189 H. yılında ölmüştür. İmam Muhammed, Ebu Hanîfe´nin derslerine kısa bir müddet devam edebilmiştir. Fakat, Ebu Hanîfe ile başladığı tahsilini Ebu Yusuf´tan tamamlamış olup İrak fıkhının hafızı sayılır. Bütün bölümlerini içine almak üzere fık­hı tedvin eden ilk ilim adamı odur. Kendisine bu fıkhî çalışmaların­da ikinci ****sı Ebu Yusuf yardımcı olmuştur. İmam Muhammed´in fıkıh mecmuaları çoktur. Fakat, fıkıh´da gerçekten ilk kaynak vazi­fesi gören eserleri şu altı kitabıdır:

1 el-Asl (el-Mebsût)

2 ez-Ziyâdât

3 el-Câmi´us-Sağîr

4 el-Câmi´ul-Kebir

5 es-Siyer´us-Sagir

6 es-Siyer´ul-Kebir

İmam Muhammed bu kitaplarının bir kısmını ****sı Ebu Yu­suf´la müzakere etmiş, bir kısmını da ona arzetnıiştir. «Kebir» diye vasıflandırdığı kitapları tek başına rivayet ettiği, «Sagîr »diye va­sıflandırdığı kitapları da Ebu Yusuf´a arzettiği söylenmektedir.

Bu altı kitaba, îmam Muhammed´den açıkça rivayet edildiği için «Zâhir-i Rivaye» adı verilir. Bunlar Hanefi Mezhebinde kaynak va­zifesini görür. Özel bir tercih sebebi bulunmadıkça bu kitaplardaki görüşler terkedilmez. îmam Muhammed´in aynı derecede iki kitabı daha vardır:

1 Kitab´ur-Redd Ala Ehl´il-Medine

2 Kitab´ul-Âsâr

Bunlardan ikincisi, Ebu Yusuf´un «Kitab´ul-Âsâr» ından çok şey nakleder. İmam Muhammed´in «Kitab´ur-Redd Âlâ Ehl´il-Medine» si­ni İmam Şafiî rivayet etmiştir.

İmam Muhammed´e nisbet edilen başka eserler de vardır. Fakat bunlar güvenilir râvîlerce nakil ve rivayet edilmesi bakımından ön­ceki kitaplarının derecesinde değildir. Bu kitaplar şunlardır:

1 el-Keysâniyyât

2 el-Hârûniyyât

3 el-Cürcâniyyât

4 er-Rakkıyyât

5 Ziyâdet´Uz-Ziyâdât

Bu kitaplara «Gayri Zâhir-i Rivaye» denilir. Çünkü bunlar, İmam Muhammed´den açıkça rivayet edilmemiştir.[45]



Hanefi Mezhebi´nîn Gelişmesi Ve Yayılışı


Hanefî mezhebi istinbat ve tahric sayesinde son derecede geliş­miştir. Bu mezhebin gelişerek yayılmasını sağlıyan âmiller şu üç noktada toplanabilir:

1 İmam Ebu Hanife´nin talebeleri pek çoktu. Bunlar, onun görüşlerini yaymak, fıkhının dayandığı esasları açıklamak hususun­da çok gayret göstermişlerdir. Pek az meselede ****larına muhale­fet etmişlerse de umumî olarak onun görüşlerine uymuşlardır. İster ****larına uysunlar isterse muhalefet etsinler, onun dayandığı de­lilleri açıklamayı ihmal etmemişlerdir. Aynı zamanda Ebu Hanîfe´-nin görüşlerine dayanarak birçok fer´î meseleleri ele alıp incelemiş­ler ve bu meselelerin dayandığı kıyasları açıklamışlardır.

2 İmam Ebu Hanife´nin talebelerinden sonra gelen ve bu mezhebe bağlı olan fakihler, hükümlerin illetlerini ortaya kovmaya ve bunları gelecek asırlarda meydana çıkacak olan meselelere tat­bik etmeye çok önem vermişlerdir. Bunlar, mezhebin fer´î mesele­lerde dayandığı hükümlerin illetlerini tesbit edip ortaya çıkardıktan sonra birbirine benzeyen bütün meseleleri genel kaideler altında toplamışlardır. Böylece, çeşitli furû´ meselelerini içine alan külli kai­de ve nazariyeler koyarak, mezhebi sistemleştirmişlerdir.

3 Hanefî Mezhebi, çeşitli örfleri bulunan birçok ülkelere ya­yılmıştır. Bu ülkelerde yeni hükümler çıkarmayı gerektiren bir çok olaylar meydana gelmiş ve bu sırada Abbasi devletinin resmî mez­hebi olmak sıfatıyla Hanefî Mezhebi, bu meseleleri halletmek mec­buriyetinde kalmıştır, İşte Hanefî Mezhebi, Abbasi Devletinin resini mezhebi olarak beşyüz seneden fazla İslâm ülkelerinde tatbik edil­miştir. Harun er-Reşîd, Ebu Yusuf u Bağdad kadısı olarak tâyin et-; mistir. Aynı zamanda Ebu Yusuf, Başkadı (Kâdı´l-Kudât) lık maka­mında olup bütün vilâyetlerin kadıları onun emriyle tâyin ediliyor­du. Ebu Yusuf, tabiî olarak ancak Hanefî Mezhebini benimseyen fakihleri kadı tâyin ediyordu. Bu suretle Hanefî mezhebi büyük bir yayılma imkânına kavuşmuştur.

Şüphesiz, çeşitli örfler istinbat işini geliştirmiştir. Bilhassa Ha­nefî mezhebine göre, hakkında nass bulunmayan meselelerde ve istinbatm kıyasa dayandığı yerlerde örf, istinbat esaslarından birini teşkil eder.[46]



Hanefî Mezhebi´nîn Yayıldığı Ülkeler


Hanefi mezhebi, Abbasi Devletinin hâkim olduğu bütün ülkeler­de yayılmıştır. Mezhebin otoritesi devletin otoritesiyle orantılı idi. Devletin otoritesi zayıfladığı zaman mezhebin otoritesi de zayıflıyor­du. Ancak, bazı ülkelerde tamamen halka mal olurken, diğer bir kı­sım ülkelerde de sadece resmî mezheb olarak kalıyor ve ibadet hu­susunda halk üzerinde hâkimiyet kuramıyordu. Irak, Mâverâünnehr ve fethedilen doğu İslâm ülkelerinde hem resmî, hem de halkça be­nimsenen mezheb, Hanefi mezhebi idi. Türkistan ve Mâverâünnehr´-de Şafiî mezhebi ile Hanefî mezhebi arasında sert mücadeleler ol­muş ve her iki mezheb bilginleri birbiriyle şiddetli tartışmalara gir­mişlerdir. Matem törenlerinde bile fıkhî tartışmalar yapılır ve bu tartışmalar taziye yerine geçerdi. Bu türlü sürekli fıkhî münazara­ların sonunda çeşitli deliller ve bu delillerden de ilim doğmuş, müs-lümanlar arasında her hangi bir düşmanlık yaratılmamıştır.

Irak ve doğu İslâm ülkelerine bir gözatarsak görürüz ki, Ha­nefî mezhebi Şam´da hem halkın hem de hükümetin mezhebi olmuş­tur. Mısır´a doğru gelirsek, Mâlikî ve Şafiî mezhebinin Mısır halkı üzerinde hâkimiyyet kurma mücadelesi ettiğini görürüz. Çünkü Mı­sır´da bir yandan İmam Mâlik´in birçok talebeleri bulunuyordu-, öte yandan da İmam Şafii hayatının son kısmını Mısır´da geçirerek öl­müş ve oraya defnedilmişti. Dolayısıyla, Mısır´da her iki mezhebe mensup seçkin ilim adamları bulunuyordu.

Daha sonra Hanefi mezhebi, resmî bir mezheb olarak, Mısır´a gelmiş, fakat halk üzerinde bir otorite sağlayamamıştır. Mısır´ı Fa­tımî Devleti işgal edince, Hanefî mezhebinin buradaki resmi otori­tesini kaldırmış ve yerine Şiî İmamî mezhebini hâkim kılmıştır. Fatımîlerin yerine geçen Eyyûbîler, Şafiî mezhebini desteklemişler, yalnız Nuruddin eş-Şehid (öl. 569 H.)[47], Hanefî mezhebini halk arasında yaymaya çalışmış ve bu mezheb için medreseler yaptırmış­tır. Kölemenler devrinde Mısır´da her dört mezhebe göre kazâî hü­kümler verilmiştir.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa (öl. 1849 M.) Mısır´a hâkim olunca tek başına Hanefi mezhebini resmi mezheb olarak ilân etmiştir.

Hanefî Mezhebi Mısır´dan Batıya (Mağribe) geçememiştir. An­cak Esed-b, el-Furat b. Sinan (öl. 213 H)[48] devrinde Mağrib´e ge­çen Hanefî mezhebinin ömrü, orada çok kısa olmuştur. Çünkü Ağlebiler Devletinin otoritesi çok güçlü idi ve bu hanedan mensupları Mâliki mezhebini tutuyorlardı. İşte bu yüzden Mağrib ve Endülüs´de tek başına Mâliki mezhebi yayılma imkânını [49]bulmuştur.[50]


Metodu


İmam Ebu Hanîfe, istinbat için tafsilâtlı olmasa da bir metod getirmiştir. Onun bu metodu, içtihadın bütün türlerini içine almak­tadır. Kendisi şöyle derdi: «Ben Allah´ın kitabıyla hüküm veriyo­rum. Kitab´ta bulamazsam Resûlullah´ın sünnetine sarılıyorum. Al­lah´ın Kitabında ve Resûlü´nün Sünnetinde bir hüküm bulamadı­ğım zamanlarda da sahabilerin sözlerine bağlanıyorum. Yalnız, sa-habîlerden istediğim kimselerin sözünü alıyor, istediğim kimselerin sözünü almıyorum. Ancak, sabahîlerin sözlerinin dışına da çıkmı­yorum. Fakat iş İbrahim (Nahaî), Şa´bî, îbni Sîrin, Ata ve Said b. el-Müseyyib´e gelince; onlar nasıl ictihad yapmışlarsa ben de öyle ictihad yapıyorum.»[33]

Bu ifade, Ebu Hanîfe´nin önce Kitab, sonra Sünnet, daha sonra da sahabilerin sözüne dayanarak fetva verdiği, tabiîlerin söz ve gö­rüşlerine bağlı kalmadığını gösterir. Bu, nass´lara dayanarak ictihad yapmak demektir. Hakkında nass bulunmayan meselelerin hüküm­lerini açıklamak için yaptığı ictihadlara gelince; bu hususta el-Mekri´nin «Menâkıbu Ebi Hanîfe» sinde, İmam A´zam´m bir çağdaşın­dan aynen şöyle nakledilir:

«Ebu Hanîfe´nin görüşleri güvenilir (sika) kimselere dayanmak ve kötü (kubh) den kaçınmaktır. Onun ifadeleri; insanların mua­melelerini, bu muamelelerin düzgün olmasını, onların işlerinin iyi gitmesini sağlayan esasları yakmdan incelemiş bulunmasının bir sonucudur. O, meseleleri kıyasla hallederdi. Kıyası tatbik etmek im­kânsız olursa istihsana baş vururdu. İstihsan da yürümezse müslümanların örf ve teamülüne göre fetva verirdi. îcmâ´ ile kabul edi­len hadislere sarılır ve bunlara göre kıyas yapardı. Sonra istihsana baş vururdu. Bunlardan hangisi daha uygun düşerse ona göre fet­va verirdi. Sehl der ki: «İşte Ebu Hanîfe´nin ilmi budur. Bu ise âm­menin ilmidir.»[34]

Buna göre Ebu Hanîfe´nin ortaya koymuş olduğu metod şu ye­di esasa dayanır:

1 Kitab: Bu, şeriatın temel direği ve Allah´ın kıyamete ka­dar bakî olacak nurudur. O, şeriatın genel esaslarım içine alır, asıl hükümler ondan çıkarılır. Yani o, şeriatın anayasasını teşkil eder.

2 Sünnet: Bu, Allah´ın Kitabım açıklayan, Kitab´daki müc­mel hükümleri genişleten, Hz. Peygamber´in Rabbından aldığı elçi­lik görevini tebliğinden ibarettir. Yani o, yakînen İman edenler için bir tebliğ olup onu kabul etmiyenler, Peygamber´in Rabbından aldı­ğı elçilik görevini de tanımıyorlar demektir.

3 Sahâbîlerin sözleri: Çünkü sahâbîler, Peygamber´in tebli­ğini bizzat işitmişler ve vahyin gelişini gözleriyle görmüşlerdir. On­lar, âyet ve hadisler arasındaki çeşitli münasebetleri bilen Peygam­ber (S.A.V.)´in ilmini kendilerinden sonraki nesillere aktaran kim­selerdir.

Tabiilerin sözleri elbette aynı derecede değildir. Çünkü, sahâhbilerin sözlerinin doğrudan doğruya Peygamber´den alınmış olma ih­timali vardır ve sırf ictihad´dan ibaret değildir. Hz. Peygamber´den rivayet etmeseler de, onların birçok görüşleri Peygamber´in sözle­rine dayanmaktadır. Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Ali gibi Hz. Peygam­berle uzun zaman arkadaşlık yapmış olan sahâbîler sohbetleriyle mütenasip miktarda hadis rivayet etmemişlerdir. Fakat onlar, elbette Peygamber´in sözleriyle fetva, veriyorlardı. Ancak, Peygamberin sözünü değiştirmekten korktukları için bunları O´na nîsbet etmiyor­lardı.

4 Kıyas: Ebu Hanîfe Kitab (Kur´an), Sünnet ve Sahâbîlerin sözlerinde bir nass bulamadığı zaman kıyasa baş vururdu. Kıyas; hakkında nass bulunmayan meseleleri, aralarındaki ortak illet se­bebiyle hakkında nass bulunan meselelere bağlamak ve hepsine ay­nı hükmü vermektir. Aslında bu; meseleyi, nassm ifade ettiği hük­mün evsaf ve sebeplerini tesbit etmek suretiyle nassa dayandırmak­tır. Zira hükmün illeti bilinince, aym illete sahip olan bütün mese­lelere tatbiki mümkün olur. Buna bazı âlimler, nassm tefsiri demiş­lerdir. Îmam/Ebu Hanîfe, kıyasla istinbat hususunda en yüksek mev­kii işgal eder. O, fıkıhtaki mertebesine bu sayede ulaşmıştır. Ebu Hanîfe, bir hükmün illetini araştırır ve onu tesbit ettikten sonra kı­yas yapmak suretiyle birçok meseleleri çözerdi. Hattâ, ortaya çık­mamış olan meseleleri varsayar ve aynı metodla onların hükümle­rini açıklardı. İşte bu türlü meseleleri olmuş gibi takdir edip hüküm­lerini açıklayan bu çeşit fıkha «takdiri (farazi) fıkıh» adı verilir.

5 İstihsan: Bu, açık (zahir) kıyasın hükmünü bırakıp buna muhalif olan başka bir hükmü kabul etmektir. Bu, ya zahir kıya­sın bazı cüz´î meselelere elverişli- olmadığı ortaya çıktığı için, baş­ka ´bir illetin araştırılmasıyla olur ve bu yeni illete göre hüküm ver­meye «gizli (hafi) kıyas» denir, ya da zahir kıyas, bir nass´la çatı­şır ve bu nass sebebiyle terkedilir. Çünkü kıyasla amel etmek nass bulunmadığı zaman olur. Yahut da kıyas, icma´ veya örfe aykırı düştüğü için bırakılır; icmâ, ve örf ile amel edilir.

6 İcmâ´: Bu, aslında bir hüccet olup her hangi bir asırda­ki müctehidlerin bir hüküm üzerinde fikir birliğine varmalarıdır. Bilginler, icmâ´m hüccet olduğunda birleştikleri halde, sahâbîlerden sonraki asırlarda mevcut olup olmadığında ihtilafa düşmüşlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel, sahâbîlerden sonrald asırlarda icmâ´m mümkün olamıyacağmı, çünkü fakîhlerin bir hüküm üzerinde görüş birliğine varmalarının imkânsız! olduuğnu ileri sürmüştür.

7 Örf: Bu; Kur´an, Sünnet ve Sahâbîlerin tatbikatı gibi hak­kında her hangi bir nass bulunmayan mesele üzerinde müslümanların teamülü demektir. Bu da bir hüccet olup iki kısma ayrılır:

1 Sahih örf,

2 Fâsid örf.

Sahîh örf, nassa aykiri düşmeyen örftür. Fâsid örf de, nassa ay­kırı düşen örftür. Fâsid örfün bir değeri yoktur. Sahîh örf ise, nass bulunmayan yerlerde bir hüccet teşkil eder.[35]


Ebu Hanîfe´nin Usûlü


İmam Ebu Hanife´nin ders verme usûlü, Yunan filozofu Sok-rat´m metoduna benzemektedir. O, doğrudan doğruya dersi takrir etmezdi. Herhangi bir meseleyi ele alır ve ortaya kordu. Sonra bu meseleye ait hükümlerin dayandığı esasları açıklar ve talebeleriyle bunun üzerinde münakaşa ederdi. Herkes kendi görüşünü açıklardı. Onlar, bazan ****larına uyar, bazan da onun içtihadına muhalefet ederdi. Kimi zaman da. yüksek seslerle ona itirazda bulunurlardı. Mesele bütün yönleriyle incelendikten sonra o, bu karşılıklı konuş­maların neticesinde meydana gelen görüşü ortaya kordu ki, onun ulaştığı bu görüş, meselenin kesin bir çözüm şekli olurdu. Artık bu görüşü, bütün talebeleri kabul eder ve beğenirdi. İmam Ebu Hani­fe´nin çağdaşı olan Mis´ar b. Kidâm, onun ders verişini şöyle anlat­maktadır :

«Ebu Hanife´nin talebeleri sabah namazını müteakip ihtiyaçla­rını görmek için dağılırlar, sonra onun dersinde bulunmak üzere toplanırlardı. îmam Ebu Hanife gelip yerine oturur ve sorusu olan veya bir mesele üzerinde münakaşa etmek isteyen var mı derdi. Bunun üzerine her taraftan sesler yükselirdi. Allah, îslâmda şanı büyük olan böyle bir kimse sayesinde bütün bu sesleri sükunete ka­vuştururdu.»[12]

Şüphesiz bu metodu, ancak büyük bir ruha, güçlü bir şahsiyyete sahip olanlar

uygulayabilirler.
  Alıntı ile Cevapla

Okunmamış 10-05-14, 14:44   #2 (permalink)
 
zeytınn - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 15-05-13
Mesajlar: 1.171
Konular: 73
zeytınn is on a distinguished road
Standart

teşekkürler............
__________________
Kalpler uyana, aşkınla yana..Can kurban sana Sultanım ALLAH..
zeytınn isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
mezhep hanifi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +2 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:08.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, yasaya aykırı yada telif hakkı içeren paylaşımları iletişim bölümünden bizlere bildirebilirsiniz