Dilek Duası  

Go Back   Dilek Duası > KİŞİSEL GELİŞİM > Pozitif Düşünebilme Teknikleri

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Ayetel Kürsinin Sırlar Bahçesinden zeinarda HAVAS İLMİ KONULAR 3 08-10-12 07:33
Gerçek Aşk Büyüsü Tarifi deep Aşk Büyüleri 0 18-01-12 14:25
Tarihten Bilinmeyen Sırlar nurcann Doğa Üstü Olaylar 5 10-12-11 03:25
Şeytan Filminin Gerçek Hikayesi nurcann Doğa Üstü Olaylar 5 10-12-11 03:20
Türbenin Gizemli Yolundaki Sırlar nurcann Doğa Üstü Olaylar 6 10-12-11 03:17

Yeni Konu aç Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 29-01-13, 09:36   #1 (permalink)
Hun
TECRÜBELİ ÜYE
 
Üyelik tarihi: 30-09-12
Mesajlar: 1.505
Konular: 724
Hun is on a distinguished road
Standart Büyük Sırlar Aşamasında, Gerçek Spirituel Gayeler

Büyük Sırlar Aşamasında, Gerçek Spirituel Gayeler

Büyük Sırlar aşamasında, gerçek spirituel gayeler, şekilsel olmayan şartlı veya şartsız üstün hâllerin gerçekleştirilmesidir. Bu dünyadan kurtuluncaya veya prensiple birleşinceye kadar (Nirvana), gerçek spirituel dersler öğretilir. Uygulamaları yaptırılır. Bu aşamada şeklî hiçbir şey yoktur ortada. Gerçék spirituel amaçlar oluşuncaya kadar yapılan bir çalışma büyük sırların esasını teşkil eder. Büyük sırlara bunlar tahsis edilmiştir.

Bu amaca gelenekler çeşitli isimler verirler. "Muhteşem Işık", "Üstün Hüviyet" vs. Bunlar büyük sırların ikinci safhasıdır. Bu safhadan itibaren mürit beşerî özelliğinden çıkarak "Aşkın İnsan" hüviyetini kazanır. Evrene dahil olan insan artık aşkın insan hâlini almıştır.


Aşkın (müteal) insan, bütün varlık tezahürünü aynı ilke ile hüviyetlendirebilen kimse demektir. Örneğin, bunun için, "Her şey Tanrı'nın bir yansımasından ibarettir." ifadesi kullanılır. Bu, Eflâtun'da da böyledir. Çünki Eflâtun Elözis inisiyasyonunu meydana getirmiş büyük bir filozoftur.


Ezoterik çalışmalar aslında inisiyasyona yönelik çalışmalar demektir. Bu çalışmalar insanları bazı hakikatlerle karşılaştırmak, kendisini tanıtmak amacıyla yapılan çalışmalardır. İnsanın hakikati keşfetmesi için önce kendini keşfetmesi gerekir. İnisiyasyonun bütün amacı insanın kendi kendine sahip olmasıdır. Kaybetmiş olduğu kendini, şuurlu olarak, bu dünyada tekrar yakalayabilmesidir: Benliğin tekrar şuurlu olarak ele geçirilmesi...


Kuşkusuz bunun için birçok yollar var. Ama herhalde inisiyatik çalışmalar içerisinde mürşidin (ruhsal öğretmen, inisiyatör) ve talebenin vazgeçmeyecekleri tek bir büyük hâl vardır. Bu da, yüksek ruhsal enerjiyle temasa geçmektir. Gerek dış gerekse iç hakikati ararken muhakkak ki değişik bir enerjiye ihtiyaç hissediliyor. Bu ne fiziksel bir enerji ne de bedene bağlı olarak şuuraltıyla birlikte çalışan psişik bir enerjidir.Tamamen bunların dışında spiritüel bir enerjidir. Bu enerjiye hem öğretenin, hem de öğrenenin kesinlikle ihtiyacı vardır. Her insanda bulunan, özellikle yetenekli insanlarda bulunan kıymetler ele geçebilir ve bunlara ek olarak ilham, vahiy ve tebligat yoluyla da insan yüksek ruh haletini yaşayabilir.


Önce kendi içsel kıymetlerini ele geçirmesi gerekir. Vahiy tarzında görünen, içte ilham olarak tezahür eder. Yani her insanın ilhamı kendisinin vahyidir. Bu, dışarılaştığı zaman ona vahiy ismini veriyoruz. Vahiy sözcüğü nedense, sadece peygambere gelen tebligat için kullanılmıştır. Hz. Muhammed'in vahiy almadığı zamanlarda da Arabistan'da "vahiy" sözcüğü kullanılırdı. Putperestlik devrinde, hatta ondan önceki zamanlarda da bu kelime vardı. Vahiy mekanizması çok çok önceden meydana gelmiş bir mekanizmadır. Kimsenin haberi olmaz, kendinizin içinde kalırsa, aynı şey, sizin kişisel ilhamlarınız olarak kalır. Aynı şey, spirituel çalışmalarda "Ruhsal Tebligat" olarak geçer. Bu da, ilhamın (ya da dışsal olarak vahyin) yazıyla, sözle, grafikle, müzikle vs. ifadeleşmesidir.


Zaten inisiyasyon hareketlerinin son kısımlarına doğru, inisiyede ruhsal halet farkları oluşmaya başlar. Bunu, inisiyatör anlar. Özellikle talebe artık usta olma devresine geçtiği zaman, bir tür özel hücrede kendi kendine, kendisine verilmiş olan alıştırmaları uygular. Bunların içerisinde çoğunlukla astral seyahat, durugörü vardır. Fakat üstadın beklemekte olduğu en önemli nokta şakirdin (öğrenci, çırak) bir gerçek ilhama sahip olup olmamasıdır. Çünki şakirdin şuur ve şuuraltı devamlı olarak kontrol altındadır.


Ve gerçekten sağlam bir ilham gerçekleştiği zaman, üst plânlarla bir kontak temin ettiği anda, öğrencide bir değişiklik meydana gelir ve bu değişiklik üstat tarafından derhal fark edilir. O artık kendi şahsiyetini bulmuş kendi kişiliğini geliştirmiş, kendi ayakları üzerinde yürüyebilecek bir varlıktır. Bundan sonra üstadın yapacak bir şeyi kalmamıştır. İnisiyatörlük, semavî (ilâhî, göksel) inisiyatöre aktarılmıştır. Aslında inisiyatör, iki sonsuz arasında devam etmekte olan uzun zincirin halkalarından biridir. Öğrenci de artık bir halka olmuştur. O da o büyük zincire girmiştir. Sonsuz spirituel tesir, ondan da geçmeye başlar. Bu tesiri başkalarına aktaracak hâle gelmiştir.


İnisiyatik Yolda Neler Kullanılır?


Gerek doğuda gerek batıda, her mistik çalışmanın başı iki esaslı yoga temeline dayanır. Biri nefes, diğeri oruç Buradaki oruç, genellikle, bildiğimiz aç kalmaktan ibaret olan bir oruç değildir. Aç kalmak orucun en kaba tarafıdır. Aslında inisiyatik çalışmalarda orucun çok büyük ve değişik şekilleri vardır. Sadece bedenî oruç değil, manevî oruç da tutmak gereklidir. Bunun için bedeni, duygusal hazlardan ve kötü düşüncelerden sakınmak gerekir. Bunu yapabilmek için de bir edep ve erkân silsilesinden geçmek gerekir.


Bunlardan başka inisiyatik süreç olarak daha önce söz ettiğimiz, çeşitli imtihanlardan (su, ateş, vahşî hayvanlar, astral denemeler gibi) geçilir. Nihayet bize ORFE'nin belagatla ifade ettiği meşhur cehenneme iniş meselesine gelinir. Bu noktaya doğu ezoterizminden çok batı ezoterizminin ilgi duyduğunu görüyoruz. Aslında Dante de bir inisiyasyondan geçmiş olmasına rağmen bazı yerlerde bağnazlık yapmıştır. Fakat onun İlâhî Komedya'sının "Cehennem" bölümü inisiyatik inişi anlatır. Oradaki olayların hepsi semboliktir. Goethe'nin meşhur "Yeşil Ejderi" de böyledir.


Bunu şöyle açıklayabiliriz: İnsanın büyük enkarnasyon silsilesi içerisinde birçok hayatlardan beri getirmiş olduğu bir tortu vardır. Bir tür atılması gereken, cevhere ağırlık oluşturan bir tortudur bu. Bu tortu her insanda mevcuttur. İşte, bu tortunun içeriğine nüfuz etmek, derinlerine inmek gerekir, arınmak için. Varlığın astral bedeninde birikmiş olan bu tortunun içeriği nedir? Bunu anlamak çok zordur. Ve gerçekten bir cehennem azabıdır. Bu öyle bir hesaptır ki, en ilkel çağlardan beri getirmiş olduğunuz tortunun analizini yapmak gibidir. Ve bu analizi şuurlu olarak yapıyorsunuz. Siz, sizi şuurlu olarak tortu bakımından analiz ediyorsunuz. Bu tortunun çoğu geçmiş hayatlardan geldiği için unutulmuştur; artık birey için rahatsız edici bir yanı kalmamıştır. Hesabı görülmüş sayılır, fakat değil. Sadece, karmik bir karşıt verilmek suretiyle doğulmuştur. Bu tortunun bulunmuş olmasına rağmen her defasında bir kapının açılması (yeniden doğuş, tekrar bedenlenme) birey için büyük rahmettir. İşte bu tortularla karşılaşmak, çok önemli ve çok zor ve inşam can evinden vuran bir konudur. Bir inisiye böyle bir tecrübeyle de karşılaşmak ve başarılı çıkmak zorundadır. Tabiî ki, birçok gelişmeden sonra...


Bütün bu çalışmaların sonucu inisiye, bir çocuk kadar saflaşmak zorundadır. Bunun olabilmesi için yukarıda söz ettiğimiz o ağır tortunun ortadan kalkması gereklidir. Bu da birtakım kişisel tatbikatlarla sağlanabiliyor. Ezoterizmde "Birinci Doğum", inisiyatörün inisiyeyi spirituel tesire bağlayışıydı. İnisiye eski fizik (kaba) plânda ölüyor, aynı zamanda manevî bir plânda doğuyor. İkinci doğum olarak kabul edilen, bir tür "metamorfoz"dur. Ölmek ve doğmak, aynı bir değişimin iki evresini oluşturur. Ancak bu ikisi oluştuğu anda bir değişim meydana gelmiştir.,


Ölmekte olanla, doğmakta olanın biri, bir değişimi tamamlamış, diğeri ise bir değişime adımım atmıştır. Arada bundan başka bir fark yoktur. İkinci doğuş psişik yenileşmedir. Bu, inisiyatik gelişimin ilk evrelerinde çok etkili bir durumdur. Psişik düzenden spirituel düzene geçişte bu yenileşmeler görülür. Bu da "Büyük Sırlar" verildiği zamanda ortaya çıkıyor. Daha doğrusu psişik yenileşme meydana geldikten sonra büyük sırlar ismi altındaki inisiyatik bilgilere geçiliyor. Yani görüldüğü gibi, hiçbir şey müridin kaderine, kısmetine kalmış değildir. Müridin birtakım esaslı belirtileri ortaya koyması gerekir. Müridin mürşitten herhangi bir gelişimi gizlemesi hâlinde üstat, genellikle, bir dereceye kadar gereken hoşgörüyü gösterir. Ona yol göstermeye çalışacaktır. İbret verici hikâyelerle problemini gidermeye, uyarmaya çalışacaktır. Bir hikâyeyle inisiyeye zaman zaman edep vermeye çalışacaktır.


Bu şekilde mürit kendisinin mürşidi tarafından devamlı olarak kontrol edildiğini anlar. Bir mürit bu şekilde devamlı gözetim, kontrol ve eğitim altında gerçek özgürlüğe sonunda kavuşur. Kendisine tam serbestiyet verilir. Sonraları (gerek batı gerek doğuda) bu gözetim bir tür tasalluta (zorla etki altına alma) dönüştü. Yani bu çalışmalar sonunda kazanılan güçler bir hükmetme aracı olarak kullanılmaya başlandı. Daha sonra da zaten bu kurum dejenere olmuştur. Bu yozlaşma doğrudan doğruya majisyenliğe döner. Kara ****lık, kara papazlık vs. Gerçek inisiyatik bilgi, spirituel bilgi ortadan kalkar.


Psişik düzenden spirituel düzene geçişte, yukarıda belirttiğimiz gibi büyük sırlar verilir. Üçüncü doğuş, evren dışına taşan bir özgürlüktür. Bu, Elözis sırlarında, "İlâhilikle Birleşme" şeklinde ifade bulmuştur. Sufizmde "Fen'a fillah" (Tanrı'da yok olmak) olarak adlandırılmıştır. Eflâtun ise bunu "Mağaradan dışarı çıkış" olarak anlatmaya çalışmıştır. Bu ilâhîlikle birleşmenin meyvesi, gök ve yerin "oğulları" denen bir gruba dahil olmaktır. Artık evrende ve evrenle kendi arasındaki olaylar arasında olan büyük irtibatı görmüş durumdadır. Bütün sebep ve sonuç zincirlerini, arada bütün melekûtun (sembolik) kanat seslerini fark eder fakat hiçbir şey yapamadan büyük bir şaşkınlık ve hayranlık içinde bunları temaşa eder (kontamplasyon). Bunların içinde yaşayamaz ama temaşa eder. Bu durumların yaşantısı sayılı kimselere nasip olmaktadır. Fakat geri kalan büyük kitlenin gelişimi hiçbir zaman düşünülmemiş midir? Bunlar halka nasıl anlatılmalı? Onun da bir metodu bulunmuştur. Ve çok evrensel bir yöntem olan "sembolizm" burada da uygulanmıştır.


Çünki evrenin en geçerli öğretim metotlarından biridir bu. Kutsal kitaplarda, edebiyatta, şiirde, felsefede bol bol sembollerle karşılaşırız. Bunlar bazen kelime hâlinde, bazen şekil halindedir. Aslında, biraz daha mistik düşünmek gerekirse, evren bir şeyin sembolüdür. Neyin sembolü olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Belki yaradılışın sembolü... Çünki yaradılış hakkında kesin bilgimiz yok. Dünyamız da şu haliyle bir şeyi sembolize etmektedir. Bunun çözümlenmesi için herhalde çok geniş bir şuura gereksinim vardır.


Halk tipi inisiyasyonda sembolizm doğrudan doğruya anlaşılmaz olmaktan çıkarılıyor, hikâyeleştiriliyor. Halk masalları, efsaneler, mitolojilerin hepsi, esasında kök olarak bütün bir ezoterik inisiyasyonun evrelerini anlatmaktadır. İnisiyasyona (özellikle Hint'te) alınamayanlar; çocuklar, kadınlar, yabancılar, sınıf dışında kalanlardır. Bunlar da kendi geleneklerini belirli noktalardan öğrenmeye çalışırlar, yani tamamen bir yasaklama yoktur. Sözlü olarak nakledilen kutsal doktrinler, iki formda asırlar boyu sürüp gelmiştir. Birincisi ra*hipler tarafından muhafaza edilen ruhanî şekil; ikincisi de günümüze kadar ağızdan ağıza gelen popüler şekil: Masallar, mitoslar vs. Her millette bu mitosların kendine göre aktarılmış bir hâli mevcuttur.


Her millete aynı temaların versiyonu mevcuttur. Yer ve insan isimleri değişmiş olabilir, ama anlatılmak istenen şey aynıdır. Buna benzer bir durum şamanizmde de bulunmaktadır. Şamanik inançların çoğu bugün Anadolu'da yaşamaktadır. Birçok örf ve âdet şamanik öğeleri taşırlar. Masalların çoğu şamanik inisiyasyona bağlıdır. Şamanizm aslında bir tür büyücülük, sihirbazlık vs. değildir. Şamanizmin kökü Atlantis'e kadar gitmektedir. Asıl büyük şamanlar Atlantlılardı. Şamanizm, Atlantis sanatının çöküş devrindeki uygulamalarından ibarettir. Genellikle şamanlar olayların nedenini bilmezler fakat metodu bilirler ve başarılı olurlar. Dünyanın her yerinde şamanlar vardır ve etkileri hâlâ sürmektedir. Özellikle Arî ırka mensup şamanlar ilginçtir. Hindistan'daki yoga metotlarının çoğu şamanlıktan geçmiştir.


Yukarıda sözünü ettiğimiz her millette aynı mitos temalarının işlenmiş olması Jungün "kolektif şuuraltı" kavramı ile açıklanamaz. Nâkiller söz konusudur. İn*sandan insana olduğu gibi, toplumdan topluma da olabilmiştir. Dolayısıyla Hindistan'daki bir mitos elbette Yunanistan'da da olabilir, Yucatan'da da olabilir. Bunlar aşağı yukarı "atalardan kalma hatıralar" şeklindedir.


Hatta bunlar bir yerde üstün hatıralar olarak da nitelendirilir.

Her gelenekte falanca yerde kaybolmuş ya da gizlenmiş şeylere kinayeler vardır. Örneğin, Hinduların "Soma"sı, Eski Perslerde "Homa", Anadolu'da "Huma", Fransa'da "Foniks" gibi...(Zümrütüanka kuşu da denir.)

Yahudiler özel telâffuz şekilleri bulunan bazı sihirleri, sesleri ararlar. Bu sesleri belirli şekilde telâffuz ettiklerinde istediklerini yapabileceklerine inanırlar. Bu gelenek İslâmda da vardır. "Kur'an'ın etkili olabilmesi için çok dikkatli telâffuz edilerek okunmalıdır" hükmü tarzında kendisini gösterir. Dikkatli bir şekilde okunmayan Kur'an, dinleyenler üzerinde herhangi bir tesir oluşturmaz, denir. Yani her kelimenin, her hecelemenin bir titreşim skalası bulunmaktadır. OM hecesinin telâffuzu gibi... İşaya Peygamber'de bir gizli ilâhın aranması vardır. Onu arar durur, bulmaya çalışır. Bazen "Kutsal Bir Kâse" aranır. Alâaddin'in Sihirli Lâmbası da bunun başka bir şeklidir. Bunların ele geçirilişinin ardından bazı güçlerin elde edileceğine inanılır. Genellikle bu güçler bencil amaçlarda kullanılır. Zaten halkın gerçek bir inisiyasyona alınmamasının da nedeni buradan çıkmaktadır: Böyle bir inisiyasyonu kaldıracak, elde ettiği sonuçlan, ruhsal yetenekleri yüksek amaçlarda kullanacak ruh olgunluğunda ve liyakatte değildirler.


Bundan başka bir de "Kayıp Cennet" meselesi vardır. Kayıp bir ülkenin aranması... Kaybolmuş bir sevgilinin peşine düşülür. Aslında bunlar yukarıdan beri söylediğimiz gibi birer sembolden ibarettir. Bunlar hep inisiyatik bilgilerin halk masallarındaki yansımalarıdır. Fethedilecek ilk ülke insanın kendisidir. Kahramanların en başarılısı çoğunlukla en küçükleridir. En küçükleri en yaman çıkar ve işi bitirir. Bu da inisiyatik sırlardaki "çocukluk" hâlini anlatmaktadır. "Çocuklar gibi saflaşmak" meselesi...


Yani asıl sonuca varacak olan, çocuklar gibi saflaşmış olandır. Masal kahramanı hazineyi ya da sevgiliyi ararken bir de bakar ki kendi benliğini bulmuştur. Hayvansal bir metamorfoza uğramış, bir transformasyon geçilmiştir. Masalda kayıp olan şeyin aranması sırasında birtakım büyük imtihanlardan geçerken, kendisine bazı hedefler gösterilir, yardımlar yapılır, bundan dolayı o zamana kadar ortaya koyduğu aksiyonundan dolayı kendisinde bazı değişiklikler olmuştur. Son şuur haletiyle olaylara girmeden ve maceraya başlamadan önceki şuur haleti arasında çok fark olduğunu kendisi de sezer. Artık elde ettiği hazinenin, kavuştuğu sevgilinin, keşfettiği bir yerin (sarayın) önemi yoktur. Öyle bir hayat çenginden geçip gelmiştir ki, bambaşka bir insan olmuştur. Birçok maddî değerler kendisi için silikleşir gider...


Bazen masal kahramanı, kudretli insanların spirituel gücünü sembolize eden bir ermişin, perinin, meleğin yardımını görür. Bu kudret bazen sihirli bir eşyaya bağlıdır. Sopa, taş, palto, uçan at vs. gibi. Gençlik suyu ya da ölüm suyu olabilir.


Bir de "kuş dili" denilen bir husus var. Kuş dilini şöyle tarif ederler: Şiirsel, birleştirici, sakinleştirici ilâh ve meleklere ait bir lisandır. Kuş dilini anlayan, bilgi ve hikmetin en yüksek derecesine ulaşabilir. Buna bir atıf, Hz. Süleyman'ın bütün hayvan dillerini anlamasıdır. Kuş dilinin, şiirsel, birleştirici oluşundan biz anlıyoruz ki, kuş diline sahip olmak demek, çok yüksek derecede psişik melekelerden biri olan telepatik güce sahip olmak demektir. Burada telepatik güç derken, sadece insandan insana aktarılan telepatik güç olarak değil, bütün eşya ve canlılar arasındaki bir iletişim kastedilmiştir.


Ejderha ve Kılıç Sembolü


Ejderhanın asıl iki büyük anlamı, daha doğrusu iki büyük görünüşü vardır: Birincisi, ağzından alevler çıkan, bazen bir, bazen üç, bazen beş ve bazen de yedi (tek sayılarda) başlı olmak üzere, resimlerde gördüğümüz şekliyle kuyruklu, kuvvetli pençeleri olan, gözleri ileri fırlamış acayip bir mahlûk. Daha doğrusu, çizilenler, halkı oluşturan karmik tortunun sonucunda ortaya çıkar.


Astralde meydana getirilmiş olan ejderhalar vardır. İnisiyatik savaşta, cehenneme iniş sırasında, ölüm denemesinden geçen müridin orada karşılaştığı yaratıklardan biridir ejderha. Buradaki astral sembol, daha önce söz etmeye çalıştığımız "torhî'yu ifade eder. Her insanın bir ejderhası vardır. Aynı zamanda her kavmin de bir ejderhası vardır. Buradaki ejderha, neden muhteüf başlarla ifade edilir? Hatta bu başlar kesildikçe yerine tekrar gelir. Kahraman bir türlü bu başların hepsini birden yok edemez. Fakat büyük bir azmi ve çabası vardır. Artık gücünün de tükendiği bir anda o ejderhanın öldürülmesi için sırrı bilen birisi kendisine yardım eder. Bu ya bir piri fanidir, ya dilenci kılıklı birisidir ya da esrarengiz bir mahlûktur.


Ona der ki, "Sen bu ejderhayı bu şekilde ortadan kaldıramazsın, bunun yedi cam var, biri gitse öteki gelir. Ama bunun vücudunun (örneğin, karnının alanda) zayıf bir noktası vardır; eğer oraya okunu isabet ettirirsen, artık bir daha kestiğin başlar yerine gelmez." İşin sırrını, içeriğini birisi yardım olarak kahramana verir. Ve gerçekten o şekilde hareket ettiği takdirde ejderhayı öldürmeyi başarır. Buradaki ejderha görüldüğü gibi, birinci derecede, inisiyatik anlamda tortunun içeriğini anlamak ve onu artık ejderha olarak görmemenin şuuruna varmaktır. Kılıç, burada bir kudret, hâkimiyet aracıdır. Bize göre bu, Ruhsal İdare Mekanizması'nın icra yetkisini ifade eder. İnisiyatörlere kılıç, hançer, asa verilir. Kılıç ileride "asa"ya dönüşmüştür. Orfe'nin meşhur "kozalak başlı asası", Musa'nın asası gibi. Pek çok inisiyatörlerin ellerinde bulunan özel sopaları, aynı zamanda spirituel etkinin kendisi tarafından başkalarına aktarılabileceğini ifade eder. Bir zamanlar bu sopalar çok kıymetli madenlerden yapılmış enerji çeken ve toplayan araçlardı.


Ezoterizmde Amel


Amel, Fransızcasıyla "aksiyon", Türkçesiyle "eylem" anlamına gelen bir kelimedir. Doğrudan doğruya "yapılan iş" manasına geldiği gibi, "işlenen hareket" anlamına da gelebilir. Ezoterizmde "amel"in önemi büyüktür. Spirituel kültürde buna "uygulama" denir. Her insan almış olduğu bilginin uygulamasını yapmalıdır. Bu uygulama vicdandan gelen itme gücüyle uygulanır. Hayat içerisinde bu bilgiyi yaşamalıdır. Japonya'da Budizmin etkisi altında meydana gelmiş olan ZEN tamamen insanın kendi anlayışına bağlı olmak üzere uygulamadan ibarettir. Orada hiçbir teorik bilgi yoktur ki, nefiste uygulanmasın, şuurda bir iz bırakmasın. O bilginin insan ameline yansıyabilmesi için onun uygulanması gerekir. Uygulanmadığı sürece ZEN yoktur. Bu, hâlen Uzak Doğuda milyonlarca insan tarafından izlenmekte olan bir mistik yoldur. Bu husus hemen hemen bütün ezoterik (içrek) çalışmaların esasını oluşturur durumdadır.


Özellikle sufilikte (İslâm tasavvufu) çok önemli bir yer tutar, çünki İslâmın kitabı Kur'an bilginin hayatta uygulanmasını temel kabul etmiştir. Bundan dolayı İslâmdaki bütün batınî çalışmalarda "amel" çok önemlidir. Bunun önemi her şeyden önce "amel" ile "ibadef'in birbirinden ayrılmayan iki unsur olmasından ileri gelmektedir. Bu duruma göre amel, bilgi ve düşüncenin uygulanması ve devamlı sınanması olmaktadır. Bilgi ve düşüncemizi bir yerde uygulamak ve bunun doğruluğu hakkında da devamlı bir sınanma aracı arıyorsanız, bunu aksiyonda (amelde) aramamız gerekir. Diğer taraftan nefsin kurtuluşa ermesi, kaba tesirlerle olan mücadelede gösterdiği çaba hepsi bu amele bağlı olarak sağlanmaktadır.


Amelin insan ruhunda oluşturduğu etki büyüktür. Hiçbir bilgi, saf olarak insan zihni içerisinde kaldığı sürece, yük bir bilgi oluşturmaktan öteye gitmez. Bu bilginin insan gelişimi için gerçekten bir yararı yoktur. Ruhsal bilgilerden öğrendiğimize göre, hayat yaşanmak içindir. Hayat, düşünmek için, fikir binası kurmak için, hayat hayal etmek, hayat hayatla oynamak için değildir. Hayat her şeyden önce, cevher olarak yüksek bir yapıya sahip insan ruhunun sadece tatbikat yoluyla fizik âlem hakkında bilgi edinmesine olanak veren bir genel teşkilâttan ibarettir. Hayatta uygulaması yapılmamış bilginin insan cevherine bir katkıda bulunması oldukça şüphelidir. Bunun en güzel uygulama şekli, şuurdışına aktarılmasıdır. Bir bilginin şuurdışına geçirilmesi için bilginin çeşitli şekillerde uygulanması gereklidir. Yani bizzat onu yaşamamız gerekir. Bu, çok zor bir yol ve metottur. Yalan söylememenin, hırsızlık yapmamanın, iftira etmemenin, dürüst yaşamanın, insanlara karşı sevgi göstermenin, hoşgörü sahibi olmanın her türlü edebiyatım yapmak mümkündür. Fakat bunu uzun süre kendi hayatında veya başkalarının hayatında yaşamak ve yaşatmaktır önemli olan. İşte bu, ameldir.


Buna örnek olarak Yunus Emre gösterilebilir. Yunus Emre ilk ruhsal tebligatını şiir hâlinde ifade ettikten sonra, kendisinin uzunca bir süre Anadolu'da tatbikata çıktığını görüyoruz. Bütün bilgisini (moralitesini, ahlâkını) bu seyahatleri sırasında bizzat nefsinde yaşamak ve başkalarına da yaşatmak suretiyle uygulamıştır. Bu, onun sufizmin tatbikat aşamasını tam anlamıyla yerine getirdiğini de bize göstermektedir. Mesnevi de hemen hemen aynı şeyleri söyler ama, Celaleddin-i Rumî'nin aslında büyük bir uygulaması olmamıştır. O, büyük bir uygulayıcı olmaktan çok büyük bir inşa edici (bilgiyi kuran) olmuştur. Fakat bu bilgileri kendi nefsinde uygulayacak bir dünyasal safha geçirdiğini zannetmiyoruz. İnsanlarla aynı haleti geçirmek suretiyle beraber yaşamış değildir. Daha çok hiyerarşinin üst seviyesinde kalmak suretiyle çalışmıştır.


Teorik olarak söylenen her söz ancak realite içerisinde uygulandığı zaman değer kazanır. Bu bakımdan teorik fizik ile deneysel fizik arasında oldukça büyük farklar vardır.


Teorik fizik genellikle hoşa gider, fakat teorik fizik uygulanması zor, uygulama sırasında her zaman zorluklarla karşılaşılması mümkün olan bir konudur. Aynen şuna benzer: Teorik olarak öğrendiğimiz her türlü şey, belki ileride atacağımız adımlardan şunu veya bunu seçmemize sebep olabilecektir, ama yine de adımı atarken yapacağımız seçme, teorik olarak öğrenmekten çok daha farklı bir şeydir. Oradaki seçme kararını bize verdirten güç, teorik bilgimizden gelmiyor. Ruhsal veya zihinsel tecrübemizden gelmektedir. Bu ise tecrübeden geçmiş olgun insan sonucunu ortaya çıkarır.


Gerek geleneksel Batı mistisizminde gerekse sufizmde ibadet, amel demektir. Bu ibadet insandaki içsel anarşiyi (egoizmi) yenecek olan iyi niyetin bir dayanağını teşkil eder. İçimizden gelen egoistçe haykırışları yenmek için, önce çok iyi niyet etmek lâzımdır. Zaten oruca başlarken yapılan niyetin de bu tarzda bir niyet olması gerekir. Yani "Aç kalmaya söz veriyorum..." manasında değil. Oruç süresi içerisinde, meydana çıkacak olan her türlü nefsanî kavgalarda, tek yanlı değil, yansız olarak işin doğrusunu bulmaya, anlamaya niyet etmek gerekir. Çünki oruç tutmak bir ibadettir. İbadet ise aynı zamanda bir ameldir. Bu amelin hedef aldığı nokta insanın nefsiyle olan mücadelesindeki savaşı kazanma ameliyesidir.


İslâm peygamberi, en büyük cihadı insanın kendi nefsine karşı vermiş olduğu savaş olarak nitelemiştir. Bu, aslında bütün kutsal kitaplarda vardır. İncil'de İsa'nın, "Ben, dünyayı yendim." bunun ifadesidir. Orada dünya sembolü kullanarak nefsini anlatmak istemiştir. Dünya aslında nefis denetimi için meydana getirilmiş geçici bir yerdir..

alinti
Hun isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +2 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:37.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, yasaya aykırı yada telif hakkı içeren paylaşımları iletişim bölümünden bizlere bildirebilirsiniz