Dilek Duası  

Go Back   Dilek Duası > DİNİMİZ İSLAM > Kur'an-ı Kerim > Kur'an-ı Kerim Tefsiri

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Ö.N.Bilmen 103 Asr Suresi doguasya Kur'an-ı Kerim Tefsiri 1 15-01-13 00:42
Ö.N.Bilmen 61 Saf Suresi doguasya Kur'an-ı Kerim Tefsiri 0 26-11-11 21:32
Ö.N.Bilmen 71 Nuh Suresi doguasya Kur'an-ı Kerim Tefsiri 0 26-11-11 21:15
Ö.N.Bilmen 95 Tin Suresi doguasya Kur'an-ı Kerim Tefsiri 0 26-11-11 20:23
Ö.N.Bilmen 105 Fil Suresi doguasya Kur'an-ı Kerim Tefsiri 0 26-11-11 20:07

Yeni Konu aç Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 26-11-11, 22:06   #1 (permalink)
doguasya
ziyaretçi
 
Mesajlar: n/a
Konular: 6
Standart Ö.N.Bilmen 52 Tur Suresi

Ö.N.Bilmen 52 Tur Suresi

Bu mübarek sûre de Secde sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Kırkdokuz âyet-i kerîmeyi içermektedir. Bu sûre-i celîle ile Zâriyat sûresi arasında içerikleri itibariyle bir yakınlık vardır. İkisi de yemin ile başlıyor, ikisinde de haşr ve neşre dâir bilgi verilmiştir. İkisinin baş tarafında da takva sahiplerinin hâlleri bildiriliyor. İkisinin sonunda da kâfirlerin haklarındaki ilâhî vâ'd hatırlatılıyor.
Bu sûre-i celîlenin başlıca içeriği şunlardır:
(1): Allah'ın azabının mutlaka meydana geleceğine dâir semâ ve arz âlemine yemin etmek.
(2): Müminlerin cennetlere kavuşmalarını müjdelemek, kâfirlerin de cehennem azabına mâruz kalacaklarını ihtar etmek.
(3): Resûl-i Ekrem'in beyinsiz kimselere iltifat etmeyip müminlere karşı irşâdlarına devam buyurmakla mükellef olduğunu beyân.
(4): Allah'ın birliğinin, itirazı mümkün olmayan deliller ile isbatı.
(5): Peygamber Efendimizin Allah'ın koruması altında olduğunu ve vakit vakit hamd ve tesbîh ile mükellef bulunduğunu beyân etmek.



1. And olsun Tûr'a.
1. Bu mübarek âyetler, kıyametin mutlaka vuku bulacağını öneminden dolayı birçok ve muazzam kudret eserlerine yemin suretiyle beyân etmekte ve kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki: (And olsun Tûr'a), Medyen'de bulunan ve "Tür—i Sinin" denilen bir meşhur dağa ki, Musa Aleyhisselâm orada Allah'ın hitabına mazhar olmuştu.


2. Ve yazılmış bir kitaba.
2. (Ve yazılmış bir kitaba) da and olsun ki, o da Kur'an-ı Kerim gibi, Tevrad ve İncil gibi herhangi bir semavî kitaptan veya Hz. Musa'ya verilmiş olan yüksek levhalardan ibarettir.


3. Yayılmış bir ince deride.
3. (Yayılmış bir ince deride) Yâni: Deri gibi ince bir kağıt sahifesinde veya vaktiyle alışılmış olduğu gibi pek ince bir deri parçasına yazılmış olan o kitaba da and olsun.


4. Ve Beyt-i Mâmura.
4. (Ve Beyt-i Mâmura) Yâni: Hacılar ile ve kendilerini ibâdete verenlerle bayındır ve pek muhteşem bir hâlde bulunan Kâbe-i Muazzama'ya da and olsun. Bu beyt-i
mâmurdan maksat, yahut Arşın altında ve yerkürenin üstündeki üçüncü veya dördüncü veya altıncı gökte bulunan "Zurah" denilen bir mübarek makamdır ki, her gün birkaç melâike-i kiram tarafından tavaf olunmaktadır.


5. Ve yükseltilmiş tavana.
5. (Ve yükseltilmiş tavana) da and olsun. Bu da güneşler ile, aylar ile, yıldızlar ile süslenen ve aydınlanan yüce bir âlemdir ki, irşadı da kürsîyi de kapsamaktadır.


6. Ve dolmuş denize kasem olsun ki,
6. (Ve dolmuş denize de) Yâni: Okyanusa da yahut tutulmuş, etrafa dağılarak yeryüzünü sular içinde bırakmaktan korunmuş denize de veyahud yanmış bir tandır gibi âteş ile dolmuş olan herhangi bir büyük denize de and olsun ki, bu son görüşe göre denizlerin altında bir ateşli tabakanın bulunduğuna işaret vardır ki, bugün bu kefiyefen tarafından da kabul edilmiş bulunmaktadır. Bir rivayete göre de kıyamet olunca denizler de âteş kesilerek cehennem âteşine katılmış olurlar."
§ Mescur; Kelimesi, dolmuş boşanmış, bahsedilmiş, yakılmış mânalarında müstameldir.


7. Şüphe yok, Rab'bin azabı elbette vâki olacaktır.
7. (Şüphe yok, Rab'bin azabı elbette vuku bulacaktır.) İşte bu, yapılan yeminlerin cevabıdır. Bu azabın fevkalâde şiddetini, ehemmiyetini, kesin şekilde sabit olduğunu beyân için ve bu azabı gerektirecek hareketlerden insanların kaçınmalarını bildirmek için böyle birçok yemin vâki olmuş, bu da insanlık için Allah'ın lütfunun bir işareti bulunmuştur.


8. Ona engel olacak hiçbir şey yoktur.
8. (Onun için) O kâfirleri kuşatacak olan kıyamet azabı için (engel olacak hiçbir şey yoktur.) o şiddetli azabı hiçbir kimse, hiçbir şey o kâfirlerden bertaraf edemeyecektir, ondan kaçıp kurtulmayacaklardır. O müthiş azab elbette vâki olacaktır.


9. O günde ki, gök bir çalkanış çalkalanır.
9. Bu mübarek âyetler de o vukuuna yemin edilen müthiş azabın ne zaman meydana geleceğini bildiriyor, onun vukuu zamanında bir takım kevni değişmelerin vücuda geleceğine işaret buyuruyor. O kâfirlerin inkâr ettikleri cehennem âteşine nasıl atılacaklarını ve kendilerinin nasıl kınanacaklarını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: O bertaraf edilmesi mümkün olmayan kıyamet azabı vâki olacaktır. (O günde ki, gök bir çalkanış çalkalanır.) Yâni Müthiş bir harekete gelir, o günün korkusundan dolayı tereddütler, ızdıraplar içinde kalır, değirmen gibi dönüverir. Ve Râzî merhumun beyânına göre duman gibi gelir, gider, sonra yok olur.
"Temur" kelimesi lügatte muztarib olur demektir. "Mevr" lâfzı da şiddetli izdırab demektir. Mutlaka yürümek, gidip gelmez, tereddüt göstermek mânasında da kullanılmaktadır.


10. Ve dağlar bir yürüyüş yürüyüverir.
10. (Ve) O gün (dağlar) da (bir yürüyüş yürüyüverir.) bulutlar gibi bulundukları yerlerden başka yerlere intikâl ederler, sonra mahv ve yok olurlar.


11. Artık o gün vay yalanlayanlar için.
11. (Artık o gün vay!.) Şiddetli helak (yalanlayanlar için.) Evet.. Peygamberlerini yalanlayan, ilâhî haberleri tasdik etmeyen inkarcı kimseler, öyle müthiş bir felâkete uğrayacaklardır. Varsın kahr oluversinler.


12. O kimseler ki, onlar bir bataklıkta oynarlar.
12. (O kimseler ki,) O yalanlamaya cür'et eden şahıslar ki, öyle bir helake uğrayacaklardır. Çünkü: (onlar bir bataklıkta oynarlar) Bâtıl kanaatlere dalarlar, Allah'ın dini hakkında alaycı vaziyetler alırlar hesabı ve cezayı asla düşünmezler, yâni: Küfrlerinde ısrar edip durmuş bulunurlar, işte o pek müthiş ve ebedî azabı hak eden onlardır.
§ Havz; Lügatte suya dalmak, su içinde yürümek manasınadır. Sonra bâtıl, boş şeyler ile uğraşmak, mânasında kullanılmıştır.


13. Bir gün ki, cehennem âteşine şiddetli bir surette atılıp defedilirler.
13. (Bir gün ki,) Bir kıyamet zamanı ki, gelir de o inkarcılar o gün (cehennem âteşine şiddetli bir suretle) tam bir şiddet ve kahr ile (atılıp defedilirler.) cehennem bekçileri tarafından o kâfirler, elleri boyunlarına bağlanarak yüzleri üzerine cehennem âteşine bırakılırlar.
§ Yüd'avn; Kelimesi sertlik ve şiddetle, yâni: Yumuşaklıkla olmayıp sertlikle def. edilirler demektir.


14. Bu, o âteştir ki, siz bunu yalanlamıştınız, -denilir-.
14. O gün o kâfirlere bir kınamak için hitab edilerek (bu,) uğradığınız azab (o âteştir ki, siz bunu) dünyada iken (yalanlamıştınız.) denilir. Sizler bu korkunç istikbâli size bildiren Peygamberleri, ilâhî kitabları inkâr ediyordunuz, kendi bâtıl kanaatleriniz içinde yaşıyordunuz, şimdi anladınız mı?.


15. Bu da mı bir sihir, yoksa siz mi görmüyorsunuz?.
15. Ey kâfirler!. (Bu da mı bir sihir?.) Bu uğradığınız azab da bir sihirden, bir hayâlden mi ibaret?. Siz Peygamberlerin gösterdikleri hârikalara sihir diyor, kendilerini inkâr ediyorsunuz, şimdi bu azaba da bir sihir eseri diyebilecek misiniz.? Ne mümkün, (yoksa siz mi görmüyorsunuz?.) Hâlâ kör müsünüz, hâlâ uykuda mı bulunuyorsunuz?. Gözleriniz kapandı da birşey görmez mi bulunuyorsunuz?. Hayır, hayır. Artık cehenneme atılınca o azabı gözleriniz ile görmüş, onun bir hakikat olduğunu anlamış bulunacaksınız. Ne yazık ki, artık size pişmanlığınız bir faide vermeyecektir.


16. Oraya giriniz, artık sabr edin veya sabr etmeyin, size karşı müsavidir. Siz ancak yaptığınız şev ile cezalandırılmış olacaksınızdır.
16. Evet.. (Oraya giriniz) inkâra bir kudretiniz kalmamıştır (artık sabr edin veya sabr etmeyin) bu güçsüz düşüren azaba karşı nasıl bir vaziyet alırsanız alınız (size karşı müsavidir) faraza sabredebilecek olsanız da o size bir fâide vermeyecektir, (siz ancak yaptığınız şey ile) Dünyadaki kötü kanaatlarınızın, hareketlerinizin bir neticesi olmak üzere şimdi bu âhiret âleminde ebediyyen (cezalandırılmış olacaksınızdır.) herkes, kendi amellerine göre muamele görecektir. Binaenaleyh sizin için de lâyık olduğunuz bu azabtan kurtuluş yoktur. İşte küfrün müthiş neticesi, böyle bir ebedî azabtan ibarettir.


17. Takva sahipleri ise şüphe yok ki, cennetler ve nimetler içindedirler.
17. Bu mübarek âyetler de kâfirlerin hilâfına olmak üzere mümin, takva sahibi zâtların kavuşacakları ebedî nimetleri, kalbin nazlarını bildiriyor. Onların korkulardan emin, tam bir zevk ile nîmetlere erişmiş ve tahtlar üzerinde oturarak pek güzide eşlere kavuşacaklarını müjdeliyor ve öyle mümin zâtlara kendileri gibi imân ile vasıflanan zürriyetlerinin katacaklarını ve amellerinin mükâfatını noksansız göreceklerini haber veriyor ve her şahsın kendi kazancına göre muameleye tâbi olacağını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Müttakiler ise) Cenab-ı Hak'dan korkan, üzerlerine düşen dinî vazifeleri samimi bir şekilde yapmaya çalışan mümin zâtlar ise, kâfirlerin ve münafıkların aksine olarak (cennetler ve nimetler içindedirler.) o müttakiler, yarın âhirette ne muhteşem bostanlara, bağlara ve bahçelere erişmiş ve ne kadar çeşitli, kıymetli nîmetler ile nîmetlenmiş olacaklardır.


18. Kendilerine Rab'lerinin verdiği şey ile sevinmektedirler ve onları Rab'I eri cehennem azabından korumuştur.
18. O takva sahibi zâtlar (Kendilerine Rab'lerinin) kerem sahibi Yüce mâbud'un (verdiği şey ile) ihsan buyurduğu mevki ile (sevinmiş olmaktadırlar) yâni: Onlar gelecekte fevkalâde mutlu ve gönülleri ferah bulunmuş olacaklardır, bu muhakkaktır, (ve) Özellikle (onların Rab'leri) ibâdet ve itaate eriştirmiş günâhlardan u zakl aştırmış, öyle bir ilâhî koruma sayesinde (cehennem azabından korumuştur.) onları o pek şiddetli bir tarzda parıl d ayıp duran cehennem nârından korumuştur. Ne muazzam bir kurtuluş ve selâmet!.


19. Yiyiniz ve içiniz afiyetler olsun, işlediğiniz şey sebebiyle.
19. Ve mutlu zâtlara denilecektir ki: (Yiyiniz ve içiniz) Cennetlerin nimetlerinden istifâde ediniz, size (afiyetler olsun) hiçbir zahmete, bir gaileye düşmeksizin bu pek lezzetli, eşsiz cennet sularından, yiyeceklerinden istifâde etmiş olacaksınızdır, böyle pek muazzam bir nimete, bir lutfa kavuşmanız ise dünyada iken (işlediğiniz şey sebebiyle) d ir. Yâni: Kalblerinizi imân nuru ile aydınlatmış, üzerinize düşen dinî vazifeler yerine getirmeye çalışmış olduğunuz büyük bir mükâfatı olmak üzere şimdi bu ebedî nîmetler, Allah tarafından sizlere ihsan buyurulmuştur. Artık ne kadar tebrike lâyık bulunmaktasınız!.


20. Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslanarak -oturunuz- ve onları güzel gözlü huriler ile evlendirdik.
20. Evet.. O pek mes'ut zâtlar, kendilerine cennetlerde (Sıra sıra dizilmiş) birbirlerinin civarında bulunmuş olan (tahtlara) koltuklara (yaslanarak) tam bir zevk ve huzur ile oturunuz, denilecektir. Kerem sahibi Yaratıcı onların haklarında büyük bir nimeti olmak üzere de buyuruyor ki: (ve onları güzel gözlü huriler ile
evlendirdik) yâni: O takva sahibi kullara gözleri pek güzel, giyiniş ve kendileri gayet güzel ve pek uygun olan cennet kızlarını hayat arkadaşı olmak üzere ihsan buyurduk.


21. Ve o kimseler ki, imân ettiler ve kendilerine zürriyyetleri de imân ile tâbi oldular, onlara zürriyyetlerini de kattık ve onlar için amellerinden birşeyi de eksiltmedik. Her şahıs, kendi kazandığı şeye bağlıdır.
21. Yüce mâbud, diğer büyük bir lütfunu da şöylece beyân buyuruyor: (Ve o kimseler ki imân ettiler) Dünyada iken İslâm dini ile şereflendiler (ve kendilerine zürriyetleri de imân ile tâbi oldular) onların çocukları ve torunları da kendileri gibi inanıp Allah'ı birlediklerinden aralarında dini bir bağ gerçekleşmiş oldu. Artık (onlara) o babalara ve dedelere onların imân ehlinden olan (zürriyetlerini de kattık) hepsini de cennetlere beraber girdirmiş olduk. Yâni: Âhirette hepsi de cennetlerde beraber bulunacaklardır. Bu da pek büyük bir ilâhî lütuftur. Bir babanın evlâdını kendisiyle beraber yüce bir makamda görmesi, ne kadar kalbinin ferahlamasına vesîle olur. Henüz mükellef olmayan çocuklar, babalarının imânı sebebiyle babalarına tâbi olurlar. Mükellef olan çocuklar ve torunlar ise kendileri de mümin oldukları takdirde yarın âhirette babalarına, dedelerine tâbi olurlar, Ibn-i Abbas Hazretleri diyor ki: Allah Teâlâ cennette müminin zürriyetini, onun derecesine yükseltir, isterse, mertebe itibariyle o zürriyet, o müminlerin mertebesinden aşağı bulunmuş olsunlar. Tâki, o müminlerin gözleri onlar ile aydın olsun, yâni: Kendisine hürmet ettiklerinden dolayı kalbi ferah bulunsun. Elverir ki, o zürriyet, mükellef kimseler iseler bizzat imân ile vasıflanmış bulunsunlar. Ve Cenab-ı Hak, şöyle de buyuruyor: (ve onlar için) O kendilerine zürriyetleri tâbi kılınacak olan müminler hakkında (amellerinden birşey de eksiltmedik.) bu katma sebebiyle onların mükâfatları azaltılmış olmayacaktır. Belki onların mümin olan zürriyetlerinin mertebeleri Allah'ın bir lütfü olarak babalarının derecesine yükseltilmiş bulunacaktır. Bununla beraber takva sahibi olanlardan vesâireden (herbir şahıs, kendi kazandığı şeye bağlıdır.) kendi amelinden mes'uldür, başkasının günâhı, onun üzerine yükseltilmez, ister baba ve ister oğul olsun.


22. Ve onlara arzu edeceklerinden bir meyve ile ve bir et vermişizdir.
22. Bu mübarek âyetler de takva sahibi müminlerin âhirette daha nice nimetlere kavuşacaklarını tasvir buyuruyor. Onlara diledikleri çeşitli meyvelerin, gıda maddelerinin verileceğini bildiriyor. Onlardan temiz, zevk verici şerbetleri içerek günâhtan beri, temiz bir tarzda sohbetlerde bulunacaklarını haber veriyor, kendilerine pek güzel, nüranî cennet hizmetçilerinin hizmette bulunacaklarını ve kendilerinin birbirleriyle konuşarak dünyadaki hayat tarzlarını ve Cenab-ı Hak'ka duada bulunmuş olduklarını şimdi ise o gafur, rahîm olan Kerem sahibi Mabudun yardımı sayesinde korkulardan emin, olduklarını ve mutluluğa ulaştıklarını konu edineceklerini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Yüce Yaratıcı, o takva sahibi kulları hakkında cennette tecellî edecek olan ilâhî lütfunu beyân için buyuruyor ki: (Ve onlara arzu edeceklerinden) Kalben bir eğilim duyacakları herhangi (bir meyve ve bir et vermişizdir) böyle her zevk alacakları nimetler, kendilerine fazlasiyle verilecektir.


23. Ve orada karşılıklı kadeh tokuştururlar, onda ne bir boş söz vardır ve ne de bir günâh.
23. (Ve) O mes'ut zâtlar (orada) o cennette (karşılıklı kadeh tokuştururlar) lezzetli gönül açan meşrubattan birbirlerine karşı içiverirler veyahut o içilecek şeyin ne büyük bir ilâhî lütuf olduğunu gösterir ve kendi sevinçlerini belli etmek için ve bir lâtife olmak üzere onu birbirinden çekip almaya çalıdırlar, (onda) O içecekleri şeyde (ne bir boş söz vardır) onu içtikleri sırada lüzumsuz, boş lâkırdılarda bulunmazlar (ve ne de bir günâh vardır) onun içilmesi, bir günâha sebebiyet vermiş olmaz. Yâni: O, dünyadaki şarablara benzemez, içenleri sarhoş etmez, onları abes lâkırdılara sevkeylemez, onları günâha sevk etmiş bulunmaz.


24. Ve onların etrafında kendilerine mahsus bir takım genç hizmetçiler dolaşırlar ki, sanki onlar saklı inci gibidirler.
24. (Ve onların üzerlerine) O cennete girecek takva sahiplerine karşı (kendilerine mahsus bir takım genç hizmetçiler) o meşrubatı takdim etmek ve şâir hizmetlerde bulunmak üzere (dolaştılar ki,) bunlar, onlara ihsan buyrulan kölelerdir, hizmetçilerdir. Ve denilmiştir ki: Bunlar, kendilerinden evvel ölmüş olan çocuklarıdır, (sanki onlar) O hizmet edecekler (saklı) sedefleri içinde korunmuş (olan incilerdir) öyle saflığa, güzelliğe sahip bulunan birer yaratılış eseridir.


25. Bazıları bazısı üzerine yönelip sorarlar.
25. O takva sahipleri, cennette öyle büyük nîmetlere nail olunca fevkalâde bir sevinç içinde kalırlar, artık (Bazıları bâzısı üzerine yönelip) birbirlerinden (sual ediverirler.) dünyadaki zahmetli halleriyle cennetteki pek mutlu vaziyetlerini mukayesede bulunmak isterler.


26. Derler ki: Biz muhakkak ki, evvelce ailelerimiz arasında korkar kimseler idik.
26. O zâtlar, birbirlerine (Derler ki: Biz muhakkak ki, evvelce) dünyada iken (ailelerimiz arasında) bulunurken (korkar kimseler idik.) Cenab-ı Hak'kın azabını düşünerek, hâlimizin akıbetini tefekkür ederek bir korku ve dehşet içinde yaşar durur idik, kulluk vazifelerimizi gerektiği şekilde yerine getiremeyeceğimizi takdir ederek bundan dolayı büyük bir mes'uliyete hedef olacağımızı düşünür titrer idik.


27. Şimdi Allah -T e âlâ- bizim üzerimize lütf ve ihsanda bulundu ve bizi o Semum azabından korudu.
27. (Şimdi Allah) Teâlâ Hazretleri (bizim üzerimize lütf ve ihsanda bulundu) bizi rahmetine muvaffak buyurdu (ve bizi o Semum) cehennem nârının (azabından korudu.) şimdi cennete nail olduk, kendisinden korkar olduğumuz cehennemden emin bulunduk.
"Semum" Ateş azabıdır ve cehennemin isimlerinden biridir. Bu kelime âsi lügatte gündüzleri olan pek şiddetli sıcaklık veya soğukluk demektir.


28. Şüphe yok ki, biz evvelce O'na dua eder olmuştuk, muhakkak ki, O vâ'dinde sâdıkdır, çok esirgeyicidir.
28. Ve o muttaki zâtlar, şöyle de diyeceklerdir: (Şüphe yok kî, biz evvelce) Dünyada iken (O'na) o kerem sahibi Yaratıcımıza (dua eder olmuştuk) ona yalvarır, ibâdette bulunur, ondan koruma, afv ve kerem niyaz eder idik (muhakkak ki. O) Yüce mâbud (vâ'dinde sâdıktır) O, ihsan edicidir, O'nun kulları hakkındaki lütuf ve keremi pek geniştir. Ve o kerem sahibi Yaratıcı (çok esirgeyicidir.) rahmeti, mağfireti pek çoktur, yapılan ibâdetleri kabul eder, duaları kabul buyurur, işte o takva sahibi kullarını nîmetlere nail buyurması da o Kerem Sahibi Yaratıcının bir ilâhî rahmeti eserinden ibaret bulunmaktadır.


29. Artık sen öğüt vermeğe devam et. Çünkü Sen Rab'bin nîmeti hakkı için ne bir kâhinsin ve ne de bir mecnun.
29. Bu mübarek âyetler, Resûl-i Ekrem'e öğütleriyle insanları irşada devam edip İnkarcıların lâkırdılarına, şairlik, kâhinlik vesaire isnadlarına ehemmiyet vermemesini emrediyor. Ve o dinsizlerin Hz. Peygamber hakkındaki bâtıl, birbirine ters isnadlarını ve bozuk kanaatlarını kınıyor ve teşhir eyliyor. Yüce Peygamberin o inkarcıları tehdit ile ve onların feci akıbetlerine işaret etmekle emrolunduğunu gösteriyor. Ve o kâfirlere Allah'ın bir kelâmı olduğunu kabul etmedikleri Kur'an-ı Kerim'in bir benzerini meydana getirmelerini teklif ederek onların acizliklerini, cehaletlerini, iddialarındaki bozukluğu ortaya koymakta ve ilân etmektedir. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin Efendisi!. (Artık sen öğüt vermeğe devam et) Kendilerine Peygamber gönderilmiş olduğun kavimleri, cemaatleri Kur'an-ı Kerim'in âyetleriyle irşada, aydınlatmaya çalış, bir takım inkarcıların bâtıl iddialarından dolayı öğütlerini terk etme, (çünkü, sen, Rab'bin nîmeti hakkı için) Sana verdiği peygamberlik ve yüksek akıl ve zekâ hakkı için veya sen öyle bir nîmete kavuşma sebebiyle büyük bir mertebeye sahipsin, sen (ne bir kâhinsin ve ne de bir mecnun) o inkarcıların sana karşı yaptıkları öyle bir isnad pek bâtıldır, kendilerinin cehaletlerini teşhir etmektedir.
"Kâhin" Kendi zânnınagöre gaipten, geçmişe âid meçhul hâdiselerden haber veren falcı demektir.


30. Yoksa diyorlar mı ki: -O- Bir şâirdir, onun hakkında zamanın ızdırap veren felâketini bekliyoruz.
30. (Yoksa) O inkarcılar (diyorlar mı ki:) o Peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed -Aleyhisselâm- (bir şairdir) sözleri, şiirsel hayâllerden ibarettir (onun hakkında zamanın ızdırab veren felâketini bekliyoruz.) o bir gün ölecek veya bir felâkete uğrayacak, iddiasında muvaffak olamayacaktır.
"Reyb" Izdırab veren musibet ve felâket gibi hâdiseler demektir.
"Memnun" de dehr = zaman veya ölüm manasınadır.


31. De ki: Gözetiniz, çünkü ben de şüphe yok ki, sizinle beraber gözeticilerdenim.
31. Hak Teâlâ Hazretleri de Yüce Peygamberine hitaben buyuruyor ki: Habibim!. O inkarcılara (De ki: Gözetiniz) bekleyiniz (çünkü ben de şüphe yok ki, sizinle beraber gözeticilerdenim) bakalım, hakkımızda Allah'ın takdiri ve hükmü ne şekilde tecellî edecektir. Bu, daha sonra görülecektir. Artık güzel bir akıbete veya dünyevî ve uhrevî muvaffakiyet kimin hakkında meydana gelecektir, bunu yakında bileceksinizdir. Yahut siz benim helakimi gözetmede, yâni ona beklemede bulunduğunuz gibi ben de sizin helakinizi bekler bulunmaktayım, sonra kimin helak olup olmayacağı ortaya çıkacaktır.


32. Yoksa onlara bunu akılları mı emr ediyor? Yoksa onlar bir azgın kavim midirler?.
32. (Yoksa onlara) O inkarcılara (bunu) bu çelişkili şeyleri isnad etmeyi (akılları mı emr ediyor?.) bu ne kadar bâtıl, asılsız bir isnad?. Bütün varlık mükemmellikleri parlayıp duran bir Yüce Peygamberlere gâh şairlik, gâh kâhinlik ve gâh cinnet isnadına cür'et ediyorlar, (yoksa onlar, bir azgın kavim midirler?.) Evet Onlar, inatta kibirde sınırı aşmış bir guruptur. Onları böyle bir isnada sevk eden ruhsal durum, kendilerinin azgınlığıdır ve kendilerinin inatçı olmalarının, haktan uzak düşmüş bulunmalarının bir neticesidir.


33. Yoksa diyorlar mı ki: Onu kendisi uydurdu?. Hayır. İman etmezler.
33. (Yoksa) O dinsizler, daha büyük bir iftirada, daha fahiş bir çelişkide bulunarak (diyorlar mı ki: Onu) o Kur'an-ı Kerim'i (kendisi uydurdu) onu kendisi yalan yere söyleyerek Allah Teâlâ'ya isnad etti. (Hayır..) O kâfirler, pek büyük bir cehalet ve ahmaklık içinde bulunuyorlar, onlar (imân etmezler), onları kendi dinsizlikleri böyle çok kötü bir söze sevk etmiş bulunuyor.


34. Haydi onun misli bir söz getiriversinler, eğer doğru sözlü kimseler oldu iseler.
34. Eğer Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygamber'in sözü ise (Haydi) kendileri de (onun benzeri bir söz getiriversinler) onlar da öyle ebedi, mânaları doğru, gayba ve tarihe âid haberleri içeren, eşsiz bir eser, bir söz meydana getirsinler, (eğer) Kendi iddialarıma (doğru sözlü kimseler oldu iseler.) çünkü, kendilerinin insanlık, ırk ve lisân itibariyle Hz. Peygamber ile ortak yanları vardır. Kendilerinin arasında birnice şairler, kâhinler, hatipler, dünya tarihini bilenler mevcuttur.
Buna rağmen hepsi de o Kur'an-ı Kerim'in bir süresine bile benzer bir söz yazmaktan âciz bilmektedir, kırk yaşına kadar asla peygamberlik iddiasında bulunmamıştır. Bir kimseden birşey okuyup yazmamıştır, ve şiir ile, kehanet ile de asla uğraşmamıştır, kendisinden ahlâka aykırı bir hareket de asla görülmemiştir. Artık öyle kutsal yaşantı sahibi bir zât, Allah Teâlâ adına iftira ederek öyle mucizevî bir kitabı uydurabilir mi?. Buna muktedir olabilir mi?. Bunu o inkarcılar hiç düşünmemişler midir?. Bu ne kadar insaftan, muhakemeden mahrumiyet?. Bu hususta "Şuarâ Süresi"nin tefsirine de müracaat!.


35. Yoksa birşey olmaksızın mı yaratıldılar, yoksa yaratıcılar onlar mıdır?.
35. Bu mübarek âyetler de i I âh lığı inkâr edenleri ve Cenab-ı Hak'ka ortak koşanları ve O'na kız evlâdı isnad edenleri re d ediyor ve değersiz gösteriyor. O dinsizlerin ne kadar câhilce ve kibirli şekilde hareket ettiklerini göstererek onlardan bir ücret isteyerek onları sıkıntıya uğratmış olmadığını beyân ve onların kurdukları tuzaklara kendilerinin düşmüş olduklarını ihtar ederek Resül-i Ekrem'in Allah'ın yardımına eriştiğine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: O inkarcılar. Yüce Yaratıcıyı nasıl inkâr ediyorlar?. Onlar (Yoksa) kendi iddialarıma (birşey olmaksızın mı yaratıldılar?.) kendilerini yaratan bir Yaratıcı, ezelî bir icâd edici bulunmaksızın mı yaratılmış oldular?. Bu kadar üstün, eşsiz, mükemmel bir surette yaratılmış olan insanlar, kudret ve hikmet sahibi kerim bir yaratıcı bulunmaksızın hiç kendi kendilerine meydana gelmiş olabilirler mi?. Aklen de sabittir ki, yokluktan varlığa geçen her mevcut için elbette bir Yaratıcı vardır, (yoksa yaratıcılar onlar mıdır?.) O insanlar mı kendi vücutlarını kendileri yarattılar?. Bunu hangi akıl sahibi iddia edebilir?. Hiç esasen mevcut olmayan birşey, kendisinin yaratıcısı olabilir mi?. Elbette ki olamaz. Bu apaçık bir durumdur. Artık bunu kim iddia edebilir. Ebedî ve ezelî bir Yüce Yaratıcının varlığı nasıl inkâr edilebilir?. Bütün bu varlıklar, o ezelî Yaratıcının varlığına birer açık şahittir.


36. Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar?. Hayır.. Onlar yakinen bilmezler.
36. (Yoksa) O inkarcılar (gökleri ve yeri mi yarattılar?.) onlar bir kere düşünmeli değil midirler ki: Kendi nefslerini faraza kendileri yaratmış olsalar bile şu muntazam kâinatı da kendileri mi yarattılar?. Elbette böyle bir iddiaya cür'et edemezler, artık bir kâinatı yaratanın varlığını nasıl inkâr edebilirler?, (hayır onlar) O inkarcılar (yakinen bilemezler.) kendileri de kesin bir bilgi yoktur, onun içindir ki. Yüce Peygamberin tebligatını anlayıp kabul etmezler. Yahut onlar, kendi iddialarını da kat'î surette bilemezler, kendi iddialarının da doğruluğuna kesinlik derecesinde inanmış, değildirler. Hattâ onlardan bir kısmına bu kâinatı kim yaratmıştır? Diye bir sual yöneltilince "bunları Allah yaratmıştır" derler. Sonra da o Yüce Yaratıcının birliğini tasdik etmezler, ona ibâdette bulunmazlar. Eğer bu cevapları kendilerince kesinlik arz etseydi elbette o âlemi Yaratanın birliğini tasdik ederek yalnız ona ibâdet ve itaatte bulunurlardı, küfr ve şirke düşmüş olmazlardı.
37. Yoksa onların yanlarında Rab'bin hazineleri mi vardır?. Yoksa onlar musallat, zorba kimseler midir?.
37. (Yoksa onların yanlarında Rab'bin hazineleri mi var?.) Cenab-ı Hak'ka mahsus olan rahmet, lütuf, rızık verme hazinelerinin anahtarları o dinsizlerin ellerinde midir ki, diledikleri kimselere peygamberlik versinler, dilediklerini servet ve nîmete nail kılsınlar dilediklerini de mahrum bıraksınlar?, (yoksa onlar, musallat, zorba) Yâni: Galibiyet sahibi (kimseler midir?.) ki, bu kâinatta diledikleri gibi tasarrufta bulunsunlar, rablığa âid işleri idare etsinler?. Elbette ki, onlar böyle bir kabiliyet ve selâhiyete sahip değildir. Bu kâinatta hakîm, tasarruf sahibi olan, dilediğini yapmaya kaadir bulunan ancak Allah Teâlâ Hazretleridir. Ne için bunu takdir edemiyorlar?. Nedir onlardaki o gaflet ve cehalet!.


38. Yoksa onlar için bir merdiven mi var, orada dinliyorlar?. Öyle ise dinleyicileri açık bir burhan getirsin.
38. (Yoksa onlar için) O kâfirlere mahsus (bir merdiven mi var?.) onunla semâlara yükseliyorlar da (orada) meleklerin konuşmalarını (dinliyorlar?.) ve meleklere vahyedilen gayba âid şeyleri dinleyip öğrenmiş bulunuyorlar. Ondan dolayı birçok kâhince sözler söylüyorlar, (öyle ise) yâni: Eğer faraza böyle semâya yükselerek oradaki konuşmaları dinleyen (dinleyicileri) var ise onlar bu hususta iddialarını isbat için (açık bir burhan getirsin) buna dâir açık bir delil meydana koysunlar. Nasıl ki, Mııhammed -Aleyhisselâm- kendisinin peygamberliğine dâir teblîğ ettiği şeylerin Allah tarafından olduğuna âid kesin delil gösteriyor, kendisinin doğru sözlü olduğunu göstermeye muvaffak olduğu mucizeler ile isbat edip duruyor. O inkarcılar da kendi iddialarını öyle kesin delil ile isbat etmeli değil midirler?. Heyhat. Bilâkis onların yalancı, hakkı kabulden kaçan kimse oldukları apaçık ortadadır.


39. Yoksa onun için kızlar var da sizin için oğlanlar mı?, -var-.
39. O müşrikler, ne kadar câhilce bir iddiada bulunurlar. Melekler Allah'ın kızlarıdır, derler, bu ne cehalet!. İşte onların bu cehaletlerini teşhir için de buyuruluyor ki: (Yoksa onun için) O Kâinatın Yaratıcısına mahsus (kızlar var da) ey beyinsiz müşrikler!, (sizin için oğlanlar mı) Var?. Halbuki, kâinattaki bütün varlıklar, o Yüce Yaratıcının kudret eseridir, birer mahlûkundan ibarettirler, onun için hiçbir kimse, evlât olmak kabiliyetine, selâhiyetine sahip olamaz. Artık nasıl oluyor da Allah'ın birer mahlûku olan melekleri, Allah'ın kızları, sanıyorsunuz?. Halbuki, bir çoğunuz kız babası olmaktan bir utanç duyuyorsunuz. Buna rağmen o Yüce Yaratıcıya kızları isnad etmekten sıkılmıyorsunuz. Bu ne kadar ahmakça bir iddia!.


40. Yoksa sen kendilerinden bir ücret mi istiyorsun da artık onlar borçtan dolayı ağır bir yük altında bulunmuşlardır.
40. (Yoksa) Ey Peygamberlerin efendisi!, (onlardan) O inkarcılardan peygamberlik vazifen karşılığında (bir ücret mi istiyorsun da artık onlar borçtan dolayı) kendilerine yüklediğin bir borçtan bir karşılıktan dolayı (ağır bir yük altında bulunmuşlardır?.) elbette peygamberliğin sânı, böyle bir talebte bulunmaktan yücedir. Sen onları sırf Allah rızâsı için dine, ibâdet ve itaate davet ediyor, kendilerini irşada çalışıyorsun, onlar ise bu pek samimî, iyilik sever muameleyi takdir edemiyorlar, peygamber hakkında bir takım uygunsuz lâkırdılara cür'et edip duruyorlar.
"Magrem" Garamet, mutlak borç, kefalet gibi bir sebeple lâzım gelen zarar demektir.


41. Yoksa gayb onların yanında mı ki, artık ondan yazıyorlar?.
41. (Yoksa gayb onların yanında mı ki,) Levh-i mahfuzda bulunanları biliyorlar mı ki, (artık ondan yazıyorlar.) o gayba âid şeyleri kaydediyorlar da sonra onları insanlar arasında yaymaya çalışıyorlar, bir takım kâhince muamelelerde bulunuyorlar. Dilediklerini isbata ve dilediklerini red ve inkâra cür'et gösteriyorlar.


42. Yoksa bir tuzak kurmak mı istiyorlar?. Fakat o kimseler ki, kâfir oldular, tuzağa düşmüş olanlar, onlardan ibarettir.
42. (Yoksa) O müşrikler, o vicdansızlar (bir tuzak kurmak mı istiyorlar?.) Resûl-i Ekrem Hazretlerine karşı bir suikastte mi bulunmak cür'etini gösteriyorlar. Darünnedve'de toplanarak bu hususa dâir istişarelerde mi bulunuyorlar?. (Fakat o kimseler ki, kâfir oldular) Öyle tuzak kurmak alçaklığında bulundular, işte (tuzağa düşmüş olanlar, onlardan ibarettir.) onların kendi hileleri, kendi başlarına gelecektir. Nitekim Resûl-i Ekrem'e karşı böyle düşmanca vaziyet alanların bir çoğu, Bedr gazvesinde lâyık oldukları cezalara, helake uğramışlardır. Öyle din düşmanları elbette ki, nihayet mağlûp ve kötü kuruntularının cezalarına mâruz kalacaklardır.
"Fethülbeyân"da anlatıldığı üzere bu âyet-i kerîme, gayba, istikbâle âid bir haberi içermektedir. Çünkü bu Tür sûresi, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştu, şanlı Peygambere karşı yapılmak istenilen bir tuzak bir hile ise daha sonra hicret gecesi düşünülmüştür. Sonra da o hileyi yapmak isteyenler bunun cezasına uğramışlar, Bedr gazvesinde mağlûp olup helake mâruz kalmışlardır.


43. Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâh mı vardır?. Allah bunların ortak koştuklarından uzaktır.
43. Bu mübarek âyetler de Allah Teâlâ'nın ortak ve benzerden münezzeh olduğunu bildiriyor. Müşriklerin nasıl yanlış görüşlü bulunduklarına işaret ediyor. Onların artık kıyamet gününe kadar terk edilmelerini ve onların kendi hile ve tuzaklarından bir fâide göremeyeceklerini, bilâkis kat kat azablara uğrayacaklarını ihtarda bulunuyor. Resûl-i Ekrem'in de Allah'ın himayesinde olduğunu müjdeleyerek o mübarek zâtın Allah'ın hükmüne karşı sabr ile ve muayyen vakitlerde tesbîh ve hamd etmekle mükellef bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (yoksa onlar için) O kâinatı yaratanın birliğini inkâr eden kâfirler için (Allah'tan başka bir ilâh mı vardır?.) ki, kendilerini tevhid dininden men ediyor veya azabtan emin olmaları için ona istinad etmiş bulunuyorlar?. (Allah) Teâlâ Hazretleri ise (onların) o müşriklerin (ortak koştuklarından münezzehtir.) onların taptıkları putları vesaire hâşâ Cenab-ı Hak'ka ortak ve benzer olamazlar.


44. Eğer gökten bir parçanın düşücü olduğunu görseler derler ki: Toplanmış olacaklardır.
44. O müşrikler, o kadar inat ve azgınlık içindedirler ki: (Eğer gökten bir parçanın) bir azab parçasının başlarına (düşücü olduğunu görseler) yine bâtıl sözlerinden, kanaatlerinden dönmezler (derler ki:) bu düşecek şey (toplanmış bir bulut) dan başka değil, işte onların gözleri öyle bir hakikati görmez, onlar, kalbleri mühürlenmiş kimselerdir.
"Ki's'.ef"; Kıt'a, parça, birbiri üzerine toplanmış şeyler demektir.
"Merkum" datoplanmış bâzısı bazısiyle birikmiş manasınadır.


45. Artık onları bırak, o kavuşacakları güne değin ki, onda çarpılıp helak bir bulut.
45. Hak Teâlâ Hazretleri de Resül-i Ekrem'ine emrediyor ki: (Artık) Habibim!. (onları bırak) O müşriklerin hâllerine bakıp üzülme, onlar lâyık oldukları azaba kavuşacaklardır. Sen onları o kötü hâlleri üzerine terk et (o kavuşacakları güne değin ki:) o söz kabul etmeyen dinsizler (onda) o takdir edilen zamanda (çarpılıp helak olacaklardır.) onlar, o günden itibaren Allah'ın kahrına uğrayacaklardır. O günden maksat ise müfessirlerin çoğunluğuna göre "Bedr Günü"dür. Maamafih bu ilâhî emir, o müşrikler hakkında büyük bir tehdidi içermektedir. Onların er geç lâyık oldukları azablara kavuşacaklarını ihtar etmektedir.
"Yüs'akun" öldürüleceklerdir veya durumlarının şiddetinden dolayı öleceklerdir, demektir.


46. O gün ki, onların tuzakları kendileri için hiçbir faide vermeyecektir. Ve onlara yardım da edilmeyeceklerdir.
46. "(O gün ki,) Onlar öyle helak olacaklardır. Artık o gün (onların tuzaktan) onların hileleri, Hz. Peygamber aleyhindeki düşmanca hareketlere cür'etleri (kendileri için hiçbir fâide vermeyecektir.) ondan asla istifâde etmiş olmayacaklardır, (ve onlar) Hiçbir kimse tarafından (yardım da edilmeyeceklerdir.) kendilerine çarpacak olan azabı kendilerinden hiçbir kimse isterse bir dakika olsun bertaraf edemeyecektir.


47. Ve şüphe yok ki, zulm edenler için ondan önce bir âz ab da vardır. Ve lâkin onların birçokları bilmezler.
47. (Ve şüphe yok ki, zulm edenler için) Cenab-ı Hak'kın birliğini Resülullâh'ın peygamberliğini inkâr eden, birçok isyanları işleyen kimseler için (ondan önce) bilâhare mâruz kalacaklarını müthiş helakten evvel (bir azab da vardır) öyle bir azaba da uğrayacaklardır. Bu azabdan maksat, yâ kabir azabıdır, veya kıtlık ve pahalılıktır (velâkin onların birçokları bilemezler.) kendi dinsizliklerinin bir cezası olmak üzere öyle bir azaba tutulduklarını anlamazlar. Nitekim Resûl-i Ekrem'e karşı düşmanca bir vaziyet almış olan Kureyş müşrikleri Bedr gazvesinde helak olmalarından evvel yedi sene kadar kıtlık ve pahalılığa uğramak suretiyle azab görmüşlerdir.


48. Ve Rab'bin hükmü için sabr et. Çünkü sen, muhakkak bizim himayemiz ve korumamız altındasın ve kalkacağın vakit Rab'bini hamd ile tesbîhte bulun.
48. Artık ey Yüce Peygamber!. Sen üzülme (Ve Rab'bin hükmü için) o dinsizlere bir müddet mühlet verildiğine dâir olan ilâhî hükmden dolayı (sabret) takdir edilen gün gelince onlar helake mâruz kalacaklardır, (çünkü: Sen, muhakkak bizim korumamız ve himâyemizdesin) Senin güzelce çalışma ve gayretini görmekteyiz, seni
muhafaza edeceğiz, sana o düşmanların bir zarar veremeyeceklerdir, (ve kalkacağın vakit) Yâni: Uykudan veya oturduğun yerden kalkacağın zaman (Rab'bini hamd ile tesbîhte bulun) yâni: Sübhaneke Al I ahum m e ve bihamdike, diye oku. Yahut kalkıp namaza başladığın zaman sübhaneke Allâhümme ve bihamdike vetebarekesmüke ve Teâlâ ceddüke ve lâ ilahe gayrüke, mübarek cümlesini okuyuver.


49. Ve geceden de ve yıldızların batmaya başladıklarında da O'nu teşbihe devam et.
49. (Ve) Ey Yüce Peygamber!, (geceden de) Muayyen vakitlerde (ve yıldızların batmaya başladıklarında da) yâni gecenin sonuna doğru sabah vaktinin ışığıyla yıldızların görünmez bir hâle gelecekleri zaman da (O'nu) o Yüce Yaratıcını (teşbihe devam et) onu birlemek ve tenzih etmekle kalbini nurlandırmaya kulluk lisânını süslemeye devam ederek bu hususta da ümmetine uyulması gereken büyük bir örnek ol.
Denilmiştir ki: Geceleyin yapılacak tespihten maksat, akşam ve yatsı namazlarıdır. Veya nafile = teheccüt namazlarıdır. Yıldızların idbarındaki, yâni geriye dönerek batma zamanındaki teşbihten maksat da sabah namazıdır.
Geceleyin ve sabaha yakın uykuyu, istirahatı terk ederek uyanmak, ibâdet ve itaat için hazır bulunmak, dini yönden sağlamlığın bir göstergesidir, bir gönül rahatlığı ve temiz inancın alâmetidir, nefse karşı bir cihâd mahiyetindedir ve daha nice fâideleri, hikmetleri içermektedir. Yıldızların öyle doğması ve batması da Allah'ın muazzam birer kudret eseridir. İşte bunun içindir ki: Bu âyet-i kerime de bu vakitler gösterilerek bunlarda teşbih ve t ah mide devam edilmesi emr olunmuştur ve bu Tür Sû re s i' nin bu son âyeti ile bunu tâkibeden Necm Sûresi'nin ilk âyetinde de yıldızlar beyân olunarak onların birer kudret delili olduğuna işaret buyurulmuştur. Hak Teâlâ Hazretleri cümlemizi bu mübarek vakitlerde tevhİd ve teşbihe devam eden zâtların arasına katsın. Peygamberlerin efendisinin hürmetine âmin...
  Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +2 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:22.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, yasaya aykırı yada telif hakkı içeren paylaşımları iletişim bölümünden bizlere bildirebilirsiniz