Dilek Duası  

Go Back   Dilek Duası > DİNİMİZ İSLAM > Kur'an-ı Kerim > Kur'an-ı Kerim Tefsiri

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Ö.N.Bilmen 103 Asr Suresi doguasya Kur'an-ı Kerim Tefsiri 1 15-01-13 00:42
Ö.N.Bilmen 71 Nuh Suresi doguasya Kur'an-ı Kerim Tefsiri 0 26-11-11 21:15
Ö.N.Bilmen 72 Cin Suresi doguasya Kur'an-ı Kerim Tefsiri 0 26-11-11 21:13
Elmalılı H.Yazır 42 Şura Suresi Meali doguasya Kur'an-ı Kerim Meali 0 25-11-11 03:19
42 Şura Suresi Arapça Okunuşu doguasya Sureler 0 23-11-11 22:48

Yeni Konu aç Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 26-11-11, 22:29   #1 (permalink)
doguasya
ziyaretçi
 
Mesajlar: n/a
Konular: 6
Standart Ö.N.Bilmen 42 Şura Suresi

Ö.N.Bilmen 42 Şura Suresi

Bu mübarek sûre Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Elli üç âyet-i kerîmeyi içermektedir. "Hâ, Mim" ile başlaya» sûrelerin üçüncülüdür. Müslümanların arasında istişare usulünün cereyanını (38) inci âyet-i kerîmesi beyân buyurduğu için bu sûreye böyle "Şûra" adı verilmiştir. Başlıca konuları şunlardır:
1. Peygamber Efendimizin de diğer Peygamberler gibi ilâhî vahye eriştiğini ve Kur'an-ı Kerîm'in ne gibi hikmet ve menfaatten dolayı arap lisânı ile vahy edilmiş bulunduğunu beyân.
2. İlâhî vahyin kısımlarına ve Resûl-i Ekrem'in vahiyden önceki vaziyetine ve Yüce Peygamberin tebliğ vazifesine dâir bilgiler.
3. Şeriatların usul bakımından bir olduğunu beyân, ilâhî dinde ayrılığa düşülmemesini ve ihtilâfların ilâhî hükümlerden ile hâl edilmesini ve takdir edilen bir zaman olmamış olsa idi ihtilâfa düşenler hakkında ilâhî hükmün hemen tatbik edileceğini ihtar.
4. Bir kötülüğe karşı misliyle mukabelede bulunmanın caiz olmasına fakat affedici muamelenin Allah katında sevaba vesîle olacağına işaret ve Cenab-ı Hak'kın zâlimleri sevmediğini ihtar.
5. Allah Teâlâ'nın varlığına, birliğine, kudretine şahitlik eden gök ve yerdeki yaratılış eserlerine dikkatleri çekmek.
6. Yüce Yaratıcının mahlûkatını hikmet ve fayda gereğine göre rızıklandırdığını ve dilediği kullarına çoluk çocuk ihsan ettiğini ve dilediğini de kısır bıraktığını beyân.
7. Kıyametin kopma zamanını Hak Teâlâ'dan başkasının bilmeyeceğini ve onu acele isteyen inkarcıların nasıl bir cezaya mâruz kalacaklarını ve herkesin kendi ameline göre mükâfat ve ceza göreceğini ve müminlerin nasıl nimetlere nail olacaklarını müjdelemek.
1. Hâ, Mim.
1. Bu mübarek âyetler, Kur'an-ı Kerim'de diğer Peygamberler hakkındaki ilâhî vahye dayanmış olduğunu bildiriyor. Allah Teâlâ'nın bütün kâinata sahip olduğunu ve onun heybet ve büyüklüğünden dolayı göklerin parça parça olacak bir hâlde bulunduğunu ve bütün meleklerin o Yüce Yaratıcıya hamd ve teşbihte bulunarak yerde olanlar hakkında mağfiret taleb ettiklerini beyân buyuruyor. Allah Teâlâ'dan başkasına tapanların Allah tarafından bilindiklerine işaretle onları tehdit ediyor ve onların hâllerini Resûl-i Ekrem'in gözetleyici olmayıp onlara Allah'ın hükümlerini bildirmekle yükümlü bulunduğunu beyân ile o Yüce Peygamberi teselli etmiş oluyor. Şöyle ki: (Hâ, Mim) Bu, mukattaa harflerinden bir âyettir.
2. Ayın, Sin, Kaf.
2. (Ayın, Sin, Kaf) Bunlar da mukattaa harflerinden bir âyettir. Mânalarını Allah'ın ilmine havale ederiz. Bununla beraber bu harfler, bir tenbih vasıtasıdır. Okunacak olan âyetlere dikkat nazarlarını çekmektedir. Bunlara dâir geniş tefsirlerde bâzı yorumlar vardır. Kısacası İbn-i Abbas Radiyallâhü Anh'dan nakledildiğine göre: Hâ, Allah Teâlâ'nın ilmine (Hâlim selim oluşuna) Mim, Macdine, yâni: Büyüklük ve galibiyetine. Ayın, Hak Teâlâ'nın ilmine: Sin, senaina, yâni: Şeref ve izzetine, Kaf da
kudretine işarettir. Bu büyük sıfatlara yemin edilmiş oluyor.
3. İşte böyle vayh ediyor, sana ve senden evvel olanlara O azîz, hakîm olan Allah.
3. (İşte böyle vahy ediyor) Bu sûrede olduğu gibi Allah'ın birliğine, Peygamberliğe, âhiret hayatına, ahlâki faziletlere vesâireye dâir şeyleri Cibril-i Emîn vasıtasiyle indiriyor. Ey Muhammedi, (sana ve senden evvel olanlara) Eski asırlardaki Peygamberler (O azîz hakîm olan Allah.) Evet.. O her şeye galip, her emri ve yasağı hikmet olan Allah Teâlâ, evvelki Peygamberlerine dini hükümlerini vahyetmiş olduğu gibi Ey nebilerin en şereflisi!. Sana da vahyediyor, artık gereğine göre amel olunmalıdır.
4. Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa O'nıın içindir. Ve O, çok yücedir, çok büyüktür.
4. Evet.. O yüce dini hükümleri vahyeden öyle bir yüce Mâbud'tur ki, (göklerde ne varsa ve yerde ne varsa onun içindir.) onları yaratan, yaşatan, değişime uğratan, onlara sahip olan ancak o Yüce Yaratıcıdır. (Ve O) Kerem Sahibi Yaratıcı (çok yücedir) rütbeden her şeyin üstündedir, her şeye hakîmdir ve (çok büyüktür) kudretine, büyüklüğüne nihayet yoktur.
5. Az kalıyor ki, gökler üstlerinden çatlayacaklar. Melekler de Rab'lerine hamd ile teşbihte bulunuyorlar ve yerde olanlar için mağfiret diliyorlar. İyi biliniz ki, muhakkak Allah, O çok affedicidir, çok esirgeyicidir.
5. Evet.. O Kâinatın Yaratıcısı, o kadar büyüklük ve heybete sahiptir ki, (Az kalıyor ki, gökler) o büyüklük ve heybetin dehşetinden dolayı (üstlerinden çatlayacaklar) onların üst taraflarından itibaren öyle bir yarılma, bir patlama meydana gelmekte bulunsun. İşte Allah'ın büyüklüğü kâinatta böyle tesirli bulunmaktadır. (Melekler de Rab'lerine hamd ile tesbîhte bulunuyorlar) Melekler de o Yüce mâbud'a hamd ve övgüde bulunarak onu noksan sıfatlardan tenzîh ederler, (ve) Melekler (yerde olanlar için) insanlar hakkında (mağfiret diliyorlar) yâni: Yerde bulunanlar îman dairesinde yaşayarak mağfirete ulaşmalarına dâir duada bulunurlar. İnsanların uyanmalarına vesîle olacak şeyleri tertib eylemek gibi birer suretle iyilik severlik gösterirler. Artık ey insanlar!, (iyi biliniz ki) Uyanınız, istikbâlinizi düşününüz ki, (muhakkak ki, Allah O) Kerem Sahibi Yaratıcı (çok af edicidir) mümin kullarının tevbelerini kabul ederek günâhlarını affeder ve bağışlar. Ve o Yüce Mâbud (çok esirgeyicidir.) onun kulları hakkında merhameti sonsuzdur. Ondan dolayıdır ki: İnsanları dünyada yaşatıyor, nîmetlere ulaştırıyor. Günâhlarından dolayı hemen kahretmiyor, onları uyandıracak olan âyetlerini Peygamberlerine vahyetmiş oluyor, meleklerin şefaatlerine, dualarına da müsaade buyuruyor.
6. Ve o kimseler ki, Allah'tan başkasını dost edindiler, onları, Allah daima gözetmektedir ve sen onların üzerlerine bir vekil değilsin.
6. (Ve o kimseler ki) O kadar kudreti ve büyüklüğü açık olan ve kulları hakkında lütuf ve ihsanı pek bol bulunan (Allah'tan başkasını dost edindiler) Bir takım putlara, fâni mahlûklara tapmakta bulundular (onları Allah gözetlemektedir) o müşriklerin hâllerini görmektedir, onların sözlerini, işlerini gözetlemektedir. Onları o hareketlerine göre cezaya uğratacaktır, (ve) Ey Yüce Peygamber!, (sen onların) o müşriklerin, günahkârların (üzerlerine bir vekil değilsin.) onların bütün işlerini, sözlerini gözetim altına alıp kötülüklerini bizzat gidermekle mükellef bulunmuyorsun, sen ancak bir uyarıcısın, onlara fena hareketlerinin kötü neticesini bildirmekle emrolunmuşsun. Sen bu vazifeni yaptıktan sonra artık müsterih ol, üzülüp durma. Bir insan gücünün, vazifesinin üstünde bir şey ile mükellef olmaz. Ondan dolayı sorumlu bulunmaz. Bu ilâhî beyân, ümmetinin durumundan dolayı pek üzüntülü bulunan Resûl-Î Ekrem için bir teselli olmaktadır.
7. Ve işte sana böyle arapça bir Kuran vahy ettik ki. Şehirlerin anasını (Mekke'yi) onun çevresinde bulunanları korkutasın ve kendinde şüphe olmayan O toplanma günüyle korkutasın. Bir bölümü cennettedir ve bir bölümü de cehennemdedir.
7. Bu mübarek âyetler de Kur'an-ı Kerim'in arap lisânı üzere inişinin hikmetini ve insanların iki fırkaya ayrılıp birinin cennete, diğerinin de cehenneme sevk edileceğini bildiriyor. Cenab-ı Hak'kın insanları bir ümmet hâlinde kılmaya kaadir olduğunu velâkin bir hikmet gereği olarak onları kendi irâdelerinden dolayı ihtilâfa düşürmüş bulunduğunu beyân ve zâlimlerin nelerden mahrum kalacaklarını ihtar buyuruyor. Kudreti, büyüklüğü ve ölüleri dirilteceği sabit olan Yüce Yaratıcıya başkalarını ortak edinmenin nasıl bir cehalet eseri olduğuna işaret ediyor ve ihtilâf edilen meselelerde Allah'ın hükmüne müracaatın lüzumunu ve ancak Hak Teâlâ'ya tevekkül edilmesini ve sığınılmasını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve) Ey Son Peygamber!, (işte sana böyle) Pek güzel, mükemmel ve açık şekilde (arapça bir Kur'an vahy ettik) sana dinî hükümleri ilham ettik ve bildirdik (ki, şehirlerin anasını) yâni Mekke-i Mükerreme ahâlisini (ve onun çevresinde bulunanları) diğer beldeler ahâlisini (korkutasın) O Kur'an'daki hükümleri ve o hükümlere muhalefet edenler hakkındaki ilâhî azabı kendilerine bildirerek onları uyanmaya dinî hükümlere riâyete davet edesin (Ve kendisinde şüphe olmayan o toplama gününden korkutasın) yâni: Kıyamet gününden korkutasın ki, Allah Teâlâ o günde göklerdeki ve yerdeki ahâliyi toplayacaktır, ruhlar, cesetler ile beraber toplanacaktır ve herkes kendi ameline göre mükâfata veya cezaya kavuşacaktır. İşte o gün o toplanacaklardan (bir fırka) îmanlarından, güzel amellerinden dolayı (cennettedir) onların haklarında öyle büyük bir ilâhî rahmet, bir ilâhî lütuf tecelli edecektir, (bir fırka da) dünyadaki küfrlerinden, Allah'ın dinine muhalefetlerinden dolayı (cehennemdedir) mahşerde toplandıktan sonra ayrılarak müthiş bir âteş içine atılmış olacaklardır.
8. Ve eğer Allah dilemiş olsa idi elbette onları bir ümmet kılmış olurdu. Velâkin dilediği kimseyi rahmetine girdirir. Zâlimlere gelince onlar için ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
B. Ve ey Yüce Nebi!. Sen üzülme (Ve eğer Allah dilemiş olsa idi elbette onları) bütün insanları dünyada iken (bir ümmet kılmış olurdu) hepsini de arzu edildiği üzere Allah'ın dinine eriştirir, îman ile şereflendirip sevaba kavuştururdu veya hepsini de küfre düşürür îmandan mahrum bırakır, azaba uğratırdı. Fakat hikmet gereği öyle dilememiştir. Bu imtihan âleminde herkes için bir kabiliyet, bir irâde vermiştir. Bu yeteneğini, irâdesini hayıra sarfedenler hayıra, şerre sarfedenler de şerre ereceklerdir. Evet.. Allah Teâlâ onların haklarında hak ettiklerine göre muamele yapacaktır, hepsi de cennete veya cehenneme doldurulmayacaktır, (velâkin dilediği kimseyi) Onun îmanının, güzel amellerinin bir mükâfatı olmak üzere (rahmetine göredir) onun bir rahmet yurdu olan cennete kavuşturur, (zâlimlere gelince) yâni: Zulme dalmış, küfr içinde kalmış olanlara gelince (onlar için ne bir dost) bir dost vardır ki, onların işlerine yardımcı olarak hâllerini ıslâha, kendilerinden azabı defetmeğe kaadir olsun, (ve ne de bir yardımcı vardır.) ki, onların azabını azaltmaya çalışsın, kendilerine bir yardımda bulunsun. Demek ki, onlar, kendi kötü irâdelerinden dolayı müthiş bir durumda bulunmuş olacaklardır.
9. Yoksa ondan başkasını dost mu edindiler. Fakat Allah'dır. O'dur dost olan ve O, ölüleri diriltir, ve O herşey üzerine hakkıyla kaadirdir.
9. (Yoksa) O zâlimler, o müşrikler (ondan başkasını dost mu edindiler) Allah Teâlâ'ya ortak koşarak bir takım âdi şeyleri mi kendilerine dost, yardımcı edindiler?. Onların bu hareketleri ne kadar câhilce, kâfircedir. Bunu hiç düşünmediler mi?, (fakat) Eğer onlar hakikaten bir dost bir yardımcı edinmek istemişlerse (Allah'tır, O) Yüce Yaratıcı (dir velî olan) kullarını kurtaran, himaye eden ancak o eşsiz mâbud'tur (ve O) Ezeli Yaratıcı (ölüleri diriltir) tekrar hayata kavuşturur (ve O) Ilm Sahibi Yaratıcı (her şey üzerine hakkıyla kaadirdir) artık öyle bir Yüce Yaratıcı var iken bir takım âciz, fâni, bâtıl, kendi nefsleri hakkında bile bir zararı defe, bir fâideyi
temin etmeye kaadir olamayan şeyler nasıl dost, mâbud edinilebilir?.
10. Ve herhangi bir şeyde ihtilâfa düşmüş iseniz, artık O'nun hükmü Allah'a aittir. İşte O Allah'tır benim Rab' b i m, O'na tevekkül ettim ve O'na müracaat ederim.
10. (Ve) Ey Yüce Peygamber!, İnsanlara hitaben teblîğ et ki: (herhangi bir şeyde) yâni: Herhangi dinî veya dünyevî bir işte, bir meselede (ihtilâfa düşmüş iseniz) sizinle kâfirler arasında bir ihtilâf yüz göstermiş olursa (artık onun hükmü, Allah'a âidtir) o hususta Allah'ın hükmüne müracaat lâzımdır. İnsanlar aralarında ortaya (ikan ihtilâflardan dolayı tam bir itaatla Allah'ın hükmüne müracaat edecek olursa aralarındaki ihtilâf güzelce giderilir, birbirine karşı kendini beğenmiş bir vaziyet almaktan kurtulurlar, sosyal hayatlarında bir birlik, bir dayanışma vücuda gelmiş olur ve hakka riâyetlerinden dolayı da ayrıca sevap kazanmış bulunurlar. Cenab-ı Hak, ihtilâf edilen meselenin hükmünü Allah'ın kitabı ile veya Peygamberinin sünnetiyle beyân buyurmuştur. Bununla beraber ruhun mahiyeti kıyametin kopma vakti gibi bâzı şeyler hikmet gereği insanlara bildirilmemiştir. Bu gibi hususları da Allah'ın ilmine havale etmelidir. (İşte O) Pek yüce sıfatlar ile vasıflanan ve yaşatmaya ve öldürmeye kaadir olan, ihtilâfa düşenler arasında hükmedecek bulunan zât (Allandır benim Rab'bim) benim Yaratıcım, o eşsiz Yaratıcıdan başkası değildir. Ben ancak (O'na tevekkül ettiğini) her hususta ve kısacası o düşmanların düşmanlıklarından korunma hususunda Yüce Yaratıcıya itimat ettiğini ve sığındım, (ve) Her hususta (O'na) o Kerem Sahibi Yaratanıma (müracaat ederim) her kusurdan dolayı tevbe ederek o sonsuz merhamet sahibi olan mabuduma sığınırım. Her hususta muvaffakiyeti ondan niyaz eylerim. İşte Resûl-i Ekrem'in ümmetine uyulması gereken bir örnek olduğu bu ilâhî beyân ile de telkin buyurulmuş oluyor.
11. -O- gökleri ve yeri yaratan, sizin için kendi cinsinizden eşler kılmıştır, hayvanlardan da çiftler -yaratmıştır- Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. Onun misli gibi bir şey yoktur ve O hakkıyla işiticidir, görücüdür.
11. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ'nın Kâinatın Yaratıcısı olduğunu ve insanlar için hayvanlar için eşler yaratmış bulunduğunu ve onun ortak ve benzerden her yönüyle uzak olduğunu bildiriyor. O Yüce Yaratıcının bütün kâinata sahip olduğunu, dilediği kimseleri bolca veya darca bir surette rızıklandırdığını ve her şeyi hakkıyla bildiğini haber veriyor. Müslümanlar için meşru olan şeylerin Hz. Nuh'a vahyedilmiş şeyler kabilinden olduğunu ve son Peygamber ile İbrahim ve Musa ve Isâ Aleyhisselâm'a vahyedilen şeylerin dinin hükümlerini yerine getirip dinde ayrılığa düşülmemesinden ibaret olduğunu ve müşrikler için davet edildikleri şeyin ağır gelmekte bulunduğunu ve Allah Teâlâ'nın dilediği, hakka yönelmiş kullarını seçeceğini ve hidâyete kavuşturacağını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: O kendisine tevekkül edilip sığınılacak zât (Gökleri ve yeri yaratan) onları yoktan yaratan ve icat buyuran zâttır ki, (sizin için kendi cinsinizden eşler kılmıştır) tâki, insanlık takdir edilen vakte kadar devam etsin (hayvanlardan da çiftler) yaratmıştır. Dünya hayatının intizamı için, insanlığa âid ihtiyaçların tatmini için yeryüzünde muhtelif hayvanları meydana getirmiştir. Artık ey insanlar!, (sizi onda çoğaltır) Öyle çiftlerin var olmasını irâde etmek suretiyle insanlığın fertlerini çoğaltır. Evlendirmek vasıtasiyle, doğurma ve üreme itibariyle insanlığın hayat müddeti devam etmiş olur. (onun misli gibi bir şey yoktur) Yâni: O Kâinatın Yaratıcısının zâtına sıfatlarına benzer hiç birşey mevcut değildir, ondan başka bir kâinatı bu kadar eşsiz, hikmete dayalı bir şekilde yaratacak bir zât asla düşünülemez (ve O) Eşsiz Yaratıcı (hakkıyla işiticidir) onun işitemeyeceği bir şey yoktur, (ve O) Ilm Sâhipi Yaratıcı hakkıyla (görücüdür) onun göremeyeceği bir şey düşünülmüş değildir. Bütün kâinat, o Yüce Yaratıcının ilm ve kudret dairesinde bulunmaktadır.
12. Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Dilediği kimse için rızkı bolca yapar ve kısar. Şüphe yok ki, her bir şeyi bilicidir.
12. (Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur) Bütün bu âlemlerin hazineleri, varlıkları Cenab-ı Hak'kın tasarrufu altındadır. O Kerem Sâhipi Yaratıcının açtığı bir rahmet hazinesini hiçbir kimse kapayamaz ve O'nun kapadığı bir hayır veya şer hazinesini de açabilecek bir mahlûk mevcut değildir. Bütün kâinat olayları o Yüce Yaratıcının kudret elindedir. Binaenaleyh (dilediği kimse için rızkı bolca) verir, onu geni; bir rızka kavuşturur, (ve) dilediği kimse için de rızkı (kısar) onu geni; bir rızka ulaştırmaz. Veya dilediği bir kulunu evvelce ulaştırmış olduğu geniş geçimlikten daha sonra hikmet gereği mahrum bırakır, (şüphe yok ki,) O Hikmet Sâhipi Yaratıcı (herbir şeyi bilicidir) onun ezeli ilmi her şeyi kuşatmıştır. Kullarının da hâllerini bildiği için ona göre rızıklarını ya arttırır veya eksiltir. O Kerem Sâhipi Yaratıcı her şey hakkında bir maslahat ve hikmete göre tasarrufta bulunur.
13. Sizin için dinden meşru kıldı, kendisiyle Nuh'a tavsiye etmiş olduğunu. Ve o şeyi ki, sana vahy ettik ve o şeyi ki, anınla İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyyetde bulunduk, dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin -den ibarettir- Müşriklerin üzerine kendisine davet ettiğin şey ağır geldi. Allah dilediği kimseyi kendisine seçer ve -Hakka- dönen kimseyi hidâyete erdirir.
13. Evet.. O Yüce Yaratıcı, Son Peygamberi de vahye mazhar kıldı. Artık ey O Yüce Peygamberin ümmeti!. O Kerem Sâhipi mâbud (Sizin için dinden meşru kıldı) size mahsus da din hususunda bir açık, parlak yol tâyin buyurdu (kendisiyle Nuh'a tavsiye etmiş olduğunu) onun için de meşru bir açık yol tâyin etmiş olduğu ne ise bu ümmete mahsus din yolu ve fazilet de öyle ilâhîdir, yücedir, hidâyet vesilesidir. Ve Ey Son Peygamber!, (ve o şeyi ki, sana vahy ettik) Kur'an-ı Kerim'in âyetlerinden ve İslâm şeriatlerine âid hükümlerden sana bildirdik (ve o şeyi ki, anınla İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyette bulunduk) işte bu meşru kılınan, tavsiye buyurulan şeyler (dini doğru tutun) yâni: Tevhid dinini yaymaya çalışınız onun hükümlerini güzelce muhafaza ve tatbik ediniz (ve onda) o ilâhî dinde, onun her ümmete yönelen hükümlerinde şeriatlerin usulü hususunda (ayrılığa düşmeyin) den ibarettir. Artık bu konudaki ilâhî emre her yönüyle riâyete çalışılmalıdır. Kalblerinde imân nuru hakkıyla parlayan zâtlar, bu gibi ilâhî emrleri tam bir zevk ile memnuniyetle telâkki ederler. Fakat ey Yüce Nebi!, (müşriklerin üzerine kendisine davet ettiğin şey) Allah'ı birlemek, putlara ibadeti terk etmek (ağır geldi) kendilerine atalarından intikâl eden öyle bir takım bâtıl kanaatleri, hareketleri terketmek meşakkatli bulundu. Fakat (Allah dilediği kimseyi kendisine seçer) onun güzel itikada, güzel amellere muvaffak kılar, onu bir manevî yakınlığa, bir fazilete, bir keramete nail buyurur, (ve) Hakka (dönen kimseyi) küfr ve isyandan tevbe edip İslâm dinini kabul eden, ibâdet ve itaate devam eden (kimseyi hidâyete erdirir) onu doğru yoluna kavuşturur, bir selâmet ve saadet sahasına ulaştırır. Binaenaleyh insan, aslî yaratılışını muhafaza etmelidir, irâdesini güzelce kullanmalıdır, Allah'ın yolunu takibe devam etmek istemelidir ki, Allah Teâlâ da onu hidâyete muvaffak buyursun.
14. Ve ayrılığa düşmediler, ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, sadece aralarında haddi aşmaktan dolayı -ayrılığa düştüler- ve eğer Rab'binden belirli bir süreye kadar geçmiş bir kelime bulunmasa idi elbette aralarında hükm olunurdu. Ve muhakkak O kimseler ki, onlardan sonra kitaba vâris oldular, elbette ondan şaşkınca bir şüphe içindedirler.
14. Bu mübarek âyetler de kâfirlerin bir nice delillere, hüccetlere, rağmen sırf bir düşmanlık ve haset sebebiyle inkârda bulunduklarını ve asr-ı saadetteki inkarcıların da kendi atalarından intikâl eden kitaplar hakkında da şek ve şüphe içinde yaşadıklarını bildiriyor. Resûl-i Ekrem'in de Peygamberlik vazifesini tam bir doğruluk ve adaletle yerine getirmekle emrolunduğunu ve kâfirlerin arzularına iltifat etmeyip bütün semavî kitapları ve Allah'ın birliğini tasdik ettiği ve herkesin kendi ameline göre muameleye tâbi olacağını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve) Yahudi'ler, Hristiyanlar gibi kitap ehli denilen eski kavimler (ayrılığa düşmediler)
dinî hükümlerden hakkında muhtelif cereyanlara tâbi olmadılar (ancak kendilerine bilgi geldikten) böyle câhilce ayrılıkların sapıklıktan ibaret olduğuna, aralarındaki düzenin esaslarını bozacağına dâir kendilerine malûmat verilmiş oldukları (sonra yalnızca aralarında haddi aşmaktan) sadece bir câhiliye taassubunda, bir dünyevî muhabbette, bir başkanlık talebinde bulunmaktan (dolayı) öyle ayrılıklara düşmüş oldular, herbiri kendi bâtıl kanaatini, görüşünü ileri sürerek başkalarının inançlarını, mezheplerini kötülemeye çalıştılar. Cemiyet arasındaki birliği, dayanışmayı yıkmaya sebebiyet verdiler, (ve eğer belirli bir süreye kadar geçmiş kelime bulunmasa idi) yâni: Onların azaba uğramaları için büyük kıyamet gibi bir gün tâyin edilmemiş, böyle bir ilâhî takdir geçmemiş olsa idi (elbette aralarında hükm olunurdu) hepsi de daha dünyada iken, kökleri kazımak suretiyle Allah'ın kahrına mâruz bırakılırlardı, (ve muhakkak o kimseler ki,) Peygamber zamanındaki kitap ehli ki, (onlardan sonra) kendi atalarını müteakip (kitaba varis oldular) kendi atalarına verilmiş olan kitaplar kendilerine intikâl etti ve kendi zamanlarında da Kur'an-ı Kerim gibi en mükemmel bir semavî kitap insanlığa Allah tarafından ihsan buyuruldu, o kimseler ise (elbette ondan) o kendilerine miras kalmış olan kitaptan, Kur'an-ı Kerimden ve diğer herhangi bir semavî kitaptan (şaşkınca bir şüphe içindedirler.) Onlar, inkâra sebep olacak bir delilleri olmadığı hâlde sadece bir tereddüt, bir ızdırap, bir zannatâbi olma itibariyle tereddütlü ve inkarcı bir vaziyette bulunup durmaktadırlar. Onlar, gözlerinin önünde parlayan bir hakikati güzelce görmeli değil midirler?. Nedir o kadar ahmakça bir hareket!.
15. İşte bundan dolayı sen davet et ve emr olunduğun gibi dosdoğru ol ve onların heveslerine tâbi olma ve de ki: Allah'ın kitaptan indirilmiş olduğuna îman ettim ve aranızda adalet yapmakla emrolundum, Allah bizim de Rab'bimizdir, sizin de Rab'binizdir. Bizim amellerimiz bizedir, sizin amelleriniz de size aittir. Bizim aramızla sizin aranızda bir düşmanlık yoktur. Allah aramızı toplayacaktır ve dönüş ancak O'nadır.
15. Cenab-ıHakdaSon Peygamber Hz. Muhammed'e emr ediyor ki: Ey Resulüm!. (İşte bundan dolayı) Milletlerin öyle ayrılığa düşmüş, şek ve şüphe içinde yaşar bir hâlde bulunmuş olduklarından dolayı veya kendilerine Kur'an-ı Kerim gibi ilâhî bir kitap ihsan buyurularak kendilerini îmana, birlik ve dayanışmaya davet buyurduğu cihetle (sen) bütün insanları hakka, İslâm dinine (davet et) güzel bir inanç ile birlik ve beraberlik dairesinde yaşasınlar (ve emr olduğun gibi istikâmette bulun) tam bir sağlamlık ve doğrulukla halkı hak dine davet et, irşada çalış (ve onların heveslerine tâbi olma) onların bâtıl arzularına iltifat etme, Allah'a sığınarak aydınlatmaya devam et, onların pek yanlış kanaatlerini teşhire gayret göster, (ve) Onlara hitaben (deki:) ben (Allah'ın kitaptan indirmiş olduğuna îman ettim) ben bütün Peygamberlere inen kitapları, sahifeleri tasdik ediyorum, hiçbirini yalanlamıyorum, sizin gibi ihtilâflara sebebiyet vermiş olmuyorum (ve) ben sizin (aranızda adalet yapmakla emrolundum) kendi keyfime göre değil, Allah'ın bana vahy ettiği yüce hükümlere göre hakkınızda hükm vermekle yükümlü bulunuyorum, hepiniz aynı hükümlere eşitlik üzere tâbi bulunmuş olacaksınızdır. Keyfi bir hükm bulunmayacaktır. Cemiyet arasında böyle bir adalet cereyan edecektir. Mevki sahibi olanlar ile olmayanların araları bu hükümler itibariyle ayrılmayacaktır. Ne güzel, ne insaflı bir eşitlik!. (Allah bizim de Rab'bimizdir, sizin de Rab'binizdir) Hepimizin de Yaratıcısı işlerimizin idarecisi, yüce mâbut'tan başka değildir. Bütün insanlık arasında bir birlik vardır. Artık hepimiz de yalnız o Kerim Yaratıcıya ibâdet ve itaatte bulunmalı değil miyiz?. Neden birtakım âciz, fâni şeyler mâbud edinilerek insanlığın sosyal birliği parça parça edilmiş olsun. Bunu hiç düşünmüyor musunuz?. (Bizim amelleriniz bizedir, sizin ameliniz de size âidtir) hiçbirimiz, diğerlerinin amelinden dolayı mükâfat veya ceza görecek değildir. Sırf ilâhî emre uymak, insaniyete hizmet, insanlık merhametini göstermek içindir ki, ey inkarcılar!. Sizi Allah'ın dinine davet ediyoruz. (Bizim aramızda sizin aranızda bir düşmanlık yoktur) bir delile ihtiyaç kalmamıştır, hak ortaya çıkmıştır. Size karşı bizde nefsanî bir düşmanlık yoktur ki, ondan dolayı sizi kınamış ve teşhir etmiş olalım. Biz sırf Allah'ımızın emrine riâyet, insaniyete hizmet içindir ki, sizi İslâm dinine davet ediyoruz, aramızda bir din kardeşliğinin doğmasını temin etmeye çalışıyoruz. (Allah aramızı toplayacaktır.) Kıyamet gününde bizi bir araya toplayarak aramızdaki ihtilâfları çözecektir. O zaman kimin haklı, kimin haksız bulunmuş olduğu tamamen anlaşılacaktır (ve dönü; ancak O'nadır) Evet.. Şüphe yok ki, hepimizin de öldükten sonra gideceğimiz makam, Cenab-ı Hak'kın manevî huzurudur, O'nun yüce mahkemesidir, orada hepimizin hakkında lâyık olan hükm verilecektir, kimlerin haklı, kimlerin haksız olduğu tam anlamıyla ortaya çıkacaktır. İşte o zamanı bir dikkate almalıdır.
16. Ve O kimseler ki, Allah hakkında tartışmada bulunurlar, Allah için daveti kabul edildikten sonra. Onların delilleri Rab'lerinin katında boştur ve onların üzerine bir gazap vardır ve onlar için şiddetli bir azap vardır.
16. Bu mübarek âyetler; İlâhî dinin ortaya çıkmasını ve nice kimseler tarafından kabulünü müteakip inkarcıları ile tartışmaya mahal kalmadığından ve inkâra âid delillerin boş bulunduğunu bildiriyor. Kitabı hakkıyla indiren ve adaleti ortaya çıkaran Allah Teâlâ olduğunu ve kıyametin belki de pek yakın bulunduğunu haber veriyor, inkarcıların bir alay maksadiyle kıyametin kopmasını acele ettiklerini, müminlerin ise o günün herhalde meydana geleceğini bilip ondan korkar olduklarını ve o günün vuku bulacağında şek ve şüphe içinde bulunanların büyük bir sapıklık içinde yaşadıklarını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve o) Müşrik, hakkı kabulden kaçınan (kimseler ki, Allah hakkında mücadelede bulunurlar) İslâm dini aleyhine bir takım bâtıl deliller ileri sürmek isterler (Allah için daveti kabul edildikten sonra) birçok zâtlar İslâm dini hakkındaki daveti kabul ettikten, o hakiki dine ilâhî tecellilere kavuştuktan sonra yine o kâfirce, câhilce bir şekilde tartışmaya devam etmekten geri durmazlar. Halbuki: (onların) O inkarcıların, müşriklerin kendi zanlarınca zikr ettikleri (delilleri Rab'lerinin katında boştur) bâtıldır, manasızdır, bir kıymete sahip değildir. Meselâ: Yahudiler demişler ki: Üzerinde ittifak edilen bir şeyi kabul etmek ihtilâf edilen şeyi kabul etmekten daha iyidir. Binaenaleyh Musa Aleyhisselâm'ın Peygamberliği, Tevrat'ın gerçekliği ittifakla bilmektedir, Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamberliği, ittifak konusu değildir. Öyle ise Yahudiliği tercih etmek vaciptir. Cenab-ı Hak ise onların bu delille rinde ki bozukluğu beyân buyuruyor. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm'ın peygamberliği hakkındaki ittifak, onun gösterdiği mucizelerden dolayıdır. Hz. Muhammed'in gösterdiği mucizeler ise, daha çoktur, bu mucizeleri Yahudi'ler de müşahede etmişlerdir. Madem ki, mucizeler, peygamberlik iddia eden zâtın doğruluğuna işaret ediyor, o hâlde Son Peygamberi de tasdik etmek lâzımdır. Ve eğer işaret etmiyorsa Musa Aleyhisselâm'ın peygamberliğini de tasdik etmemek gerekir, bu ise bir tenakuzdur. Maamafih Musa Aleyhisselâm'ın peygamberliğini de birçok kimseler inkâr etmiş, onların bir çoğu Fir'avun ile beraber boğulup ilâhî azaba uğramıştır. Daha sonra Yahudiler de, Musa Aleyhisselâm'ın peygamberliğini de birçok kimseler inkâr etmiş, onların birçoğu Fir'avun ile beraber boğulup ilâhi azaba uğramıştır. Daha sonra Yahudiler de, Musa'nın şeriatına muhalefet etmekte, birçok yanlış itikatlarda bulunmakta ve Tevrat-ı bozmaya uğratmakta bulunmuşlardır. Artık öyle ittifak iddiaları nasıl doğru olabilir?. Velhâsıl?. Onların bu gibi iddiaları haddizatında bir delil mahiyetinde değildir. (Ve onların) Öyle inkarcı kimselerin (üzerine bir gazap vardır.) Bir ceza yöneliktir, onlar, açık olan bir hakikati inkâr etmelerinin cezasına kavuşacaklardır, (ve onlar için) Ahirette de (bir azap vardır) ki, onun miktarını dehşetini insanlar takdirden âcizdir.
17. Allah, O zâttır ki, hakkıyla kitabı ve mizanı indirdi ve sana ne bildirir?. Belki O kıyamet yakındır.
17. (Allah, O) Yüce zât (dır ki, hakkıyla kitabı ve mizanı indirdi) semavi kitapları, sahifeleri dilediği Peygamberlerine inzal etti ve insanlar arasında hakları tâyin eden şeriatı veya adaletli zâtı lütf ve ihsan buyurdu. Tâki: İnsanlar arasında adalet ile insaf ile hükm ediliversin. (ve) Ey Yüce Peygamber!, (sana ne bildirir?.) Allah'ın ilmine havale edilmiş bir durumdur (belki o kıyamet yakındır) o acele istedikleri pek korkunç gün, takdir edilmiş vakti gelince ansızın meydana gelecektir. Sizin
vazifeniz, onun zamanını tâyin değil, emrolunduğunuz şeyleri yapmaya, adaleti yerine getirmeye çalışmaktan ibarettir.
18. O'na îman etmeyenler, O'nu acele ederler. İmân etmiş olanlar ise, ondan korkarlar ve Onun şüphesiz hak olduğunu bilirler. Haberin olsun!. O kimseler ki, O kıyamet hakkında mücadelede bulunurlar, elbette ki, uzak bir sapıklık içindedirler.
18. (Ona îman etmeyenler) Kıyametin vuk'u bulacağına inanmayanlar, (onu istical ederler) onun takdir edilen zamandan evvel meydana gelmesini alaycı ve inkarcı bir tarzda ister dururlar, onun meydana gelmesinden korkmazlar (îman etmiş olanlar ise ondan korkarlar) o günü düşünerek titrerler, (ve onun şüphesiz hak olduğunu bilirler) kıyamet gününün ne müthiş bir gün olduğunu bilmektedirler, o günde bütün insanların bir muhasebeye, bir muhakemeye tâbi olacaklarına kanaatları vardır, kalblerinde böyle bir îman nuru parlayıp durmaktadır. O gün haklarında ne çeşit muamele olacağını düşünerek hâllerini ıslâha çalışmaya lüzum görürler, o günün meydana gelmesini acele etmezler, Allah'ın takdirine razı olurlar, (haberin olsun) îman ehli ile inkarcıların hâlleri farklıdır (o kimseler ki, o kıyamet hakkında mücadelede bulunurlar) onu inkâr ederek müminlere karşı düşmanca bir vaziyet almış olurlar (elbette ki,) onlar hak ve hakikatten (uzak bir sapıklık içindedirler) onlar bir nice açık delilleri, kanıtları hiç dikkate almazlar, Allah'ın kudretinin genişliğini, büyüklüğünü düşünmezler, kıyametin vukuunu inkâra cür'et gösterirler, yalnız dünya varlığına kalblerini bağlayarak, ebedî hayatı, uhrevî nimetleri hiç düşünmekte bulunmazlar.
19. Allah, kullarına çok lûtfedicidir, dilediğine rızık verir. Ve O -her şeye- kadirdir, galiptir.
19. Bu mübarek âyetler, her şeye kaadir ve galip olan Allah Teâlâ'nın kulları hakkında çok lütff ve ihsanda bulunduğunu bildiriyor. Ahiret varlığını isteyen kulunu fazlasiyle o varlığa kavuşturacağını, dünya varlığını isteyene ise o fâni varlıktan vereceğini ve artık öyle bir kimse için âhiretten bir nasip bulunmadığını haber veriyor. Müşriklerin şeytanî vesveseleri neticesinde ilâhî dine aykırı inançlarda bulunduklarını ve eğer takdir edilmiş bir gün bulunmamış olsa idi öyle inkarcıların hemen cezalarına kavuşturulmuş olacaklarını beyân ve sâlih kulların ise Allah'ın bir lütfü olarak cennetlerin bahçelerinde dilediklerine nail olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: (Allah kullarına çok lûtf edicidir) O bir lütuf sahibi Yaratıcıdır, yâni Onun lûtf ve ihsanı, merhamet ve rahmeti, ilm ve hikmeti pek boldur (dilediğini rızıklandırır) her kulunu iyi olsun, günahkâr olsun bu dünyada hikmetinin gereğine göre rızka, servete eriştirir (ve O) Kerem Sahibi Yaratıcı Her şeye (kaadirdir, galiptir) bütün kâinatta böyle dilediği gibi tasarrufta bulunmak hakkı, onun tek olan zâtına mahsustur. Hiçbir kimse, o Yüce Yaratıcının irâde buyurmuş olduğu şeye mâni olamaz.
20. Her kim ahiret kazancını dilerse onun için kazancında artış meydana getiririz ve her kim dünya kazancını dilerse ona da ondan veririz. O'nun ahirette bir nasibi yoktur.
20. (Her kim ahiret kazancını dilerse) Yâni: Uhrevî meyveleri, fâideleri, kazançları, mükâfatları arzu ederse (onun için kazançta artış vücuda getiririz) onu güzel amellere kavuştururuz, mükâfatını kat kat arttırırız, bir güzel ameli, muamelesi, karşılığında en az, on misli ihsan buyururuz, (ve her kim) Bilâkis yalnız (dünya kazancını dilerse) dünya varlığına, dünyevî lezzetlere düşkün olup âhireti hiç nazara almazsa, o ebedî hayatın alâmeti için çalışmazsa (ona da ondan) o dünya varlığından takdir edilen miktarda (veririz) o da dünyada istediğine kısmen olsun kavuşur. Fakat (onun için ahirette bir nasip yoktur.) o, ahirette bir sevaba, bir mükâfata kavuşamaz. Çünkü, onun isteği, arzusu yalnız dünya varlığına âidtir. Herkes niyetine, itikadına göre mükâfat ve cezaya kavuşur.
21. Yoksa onlar için ortaklar var da onlar için dinden kendisiyle Allah'ın izin vermediği şeyleri meşru mu kıldılar?. Ve eğer O ertelemek sözü olmasa idi elbette aralarında hükm verilmiş olurdu ve şüphe yok ki, O zâlimler için elem verici bir azap vardır.

21. (Yoksa onlar için) O kâfirler, dünyaya bağlanan kimseler için (ortaklar var da) hâşâ!. Cenab-ı Hak'kın Yaratıcılığına, mâbutluğuna ortak olacak kimseler var da (onlar için) o kâfirlere mahsus (dinden kendisiyle Allah'ın izin vermediği şeyleri meşru mu kıldılar?.) Allah'ın dininde haram olan şeyleri o kâfirler için helâl mi gösterdiler?. Bir takım bâtıl inançları, hareketleri şeytanî vesveseleriyle tezyin ederek o kâfirlere din adına kabul mu ettirmiş oldular?. Nedir onların o kadar ilâhî dine aykırı hareketleri?, (ve eğer o erteleme kelimesi olmasa idi) Yâni: Cezaların tehirine dâir geçen bir ilâhî hükm ilâhî takdir bulunmasa idi (elbette aralarında hükm verilmiş olurdu) o dinsizler lâyık oldukları az ab I ara hemen kavuşturulmuş olurlardı. O dinsizler ile o ortak edinmiş oldukları şeyler arasında veya o kâfirler ile müminler arasında hemen ilâhî hüküm tecellî ederdi, (ve şüphe yok ki, o zâlimler). O Allah'ın hükümlerine muhalefet edenler, o bâtıl ortaklar edinmiş olanlar (için) âhirette (elem verici bir azap vardır) onlar ebedî surette cehennem azabına mâruz kalmış olacaklardır.
22. Zâlimleri göreceksin ki: Kazanmış oldukları şeylerden dolayı korkarlar. Ve O, -korktukları şey- onların başlarına gelecektir O îman edenler ve sâlih amellerde bulunanlar ise cennetlerin bahçelerindedir. Onlar için Rab'lerinin katında diledikleri şeyler vardır. İşte budur, O en büyük lütuf.
22. Evet.. O dinsiz zâlimlerin uhrevî azapları muhakkaktır. Ey mümin kul!. (Zâlimleri) Âhirette (göreceksin ki,) dünyada iken (kazanmış oldukları şeyden) dinsizlikten, günâhtan, gayrı meşru şeyleri işlemiş olmalarından (dolayı korkarlar) dünyada iken inkâr edip hiç düşünmedikleri azabların meydana geldiğini görünce tir tir titreyeceklerdir. (ve o) Korkacakları şey, kötü amellerinin cezası (onların başına gelecektir) onlar korksunlar, korkmasınlar herhalde o kötü amellerinin cezasına kavuşacaklardır. İşte küfrün akıbeti!, (ve îman edenler, ve sâlih amellerde bulunanlar ise) dünyada iken tevhid dinine sarılarak onun kutsal hükümlerine riâyette bulunmuş olanlara gelince onlar (cennetlerin b ah çele Tindedirler) en şerefli, en temiz, en zevk verici mevkilerinde, bahçelerinde bulunacaklardır, (onlar için) O sâlih mübarek kullar için (Rab'lerinin katında) o Kerem Sahibi Yaratıcının manevî huzurunda, onun mü'min kulları için yaratmış, hazırlamış olduğu o ebedî cennetlerde (diledikleri şeyler vardır) hatır ve hayâle gelmez nimetler, maddî ve manevî zevkler, en gönül açan manzaralar hazır bulunmaktadır. (İşte budur) Müminlerin erişecekleri bu pek büyük nimettir, bu ebedî cennet hayatıdır (o en büyük lütuf.) en kıymetli bir hayır ve ilâhî lütuf ki, bunun yanında dünya nimetleri, varlıkların hiç mesabesinde bulunmuş olur. İşte bu da îmanın ebedî mükâfatı!.
23. İşte bu, O -haber- dir ki, Allah îman eden ve iyi amellerde bulunan kullarına müjdeler. De ki: Ben bunun üzerine sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Ve kim bir iyilik yaparsa O'nun sevabını fazlasıyle veririz. Şüphe yok ki, Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.
23. Bu mübarek âyetler, bundan evvelki âyet-i kerîmenin cennetlere kavuşma haberinin müminler hakkında bir müjde olduğunu bildiriyor. Ve Resül-i Ekrem'in sırf Allah rızâsı için peygamberlik tebliğinde bulunup karşılığında akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemediğini ve güzel amellerde bulunanların kat kat sevaplara kavuşacaklarını haber veriyor. Resül-i Ekrem'e yalan ve iftira isnadının ne kadar gerçek dışı olduğunu, hakka karşı iftiralarda bulunanların, kalblerine mühürler basılacağını ihtar buyuruyor. Cenab-ı Hak'kın tevbeleri kabul, dilediği mü'minleri af edeceğini ve sâlih mü'minlerin dualarını kabul ile kendilerine büyük sevaplar ihsan buyuracağını, kâfirleri de büyük bir azaba uğratacağını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (İşte bu o) Cennetlere erişme hakkındaki haber (dir ki,) bunu (Allah, îman ve sâlih sâlih amellerde bulunan kullarına müjdeler) tâki, daha dünyada iken bu ilâhî lütuftan haberdar olarak tam bir aşk ve gönül ferahlığı ile kulluk vazifelerini
yerine getirmeye çalışsınlar. Ey Yüce Peygamber!. Ümmetine hitaben (de ki: Ben bunun üzerine) size teblîğ ettiğimiz dinî hükümlerden, müjdeler, uyarılar karşılığında (sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.) ben sırf Allah rızâsı için tebligatta bulunuyorum, ancak müslümanlar arasında akrabalık hukukuna riâyet edilmesini, yakınların birbirine karşı büyük bir sevgiyle duyarlı olmalarını, aralarında bir dostluğun, iyilik sever bir alâkanın devamını istiyorum, İslâm Cemiyeti arasında dayanışmanın, yardımlaşmanın, ahlâkî olgunlukların cereyanı ancak bu suretle te'min edilmiş olur.
Bu âyet-i kerîme, Resül-i Ekrem'in ailesine, akrabasına sevgi ve dostlukta bulunmanın lüzumuna da işaret etmektedir. O mübarek zâtla sevgi, Hz. Peygamber'e
sevginin güzel bir niş ân esidir, (ve kim bir güzellik kazanırsa) Bir iyilik yaparsa meselâ: Allah rızâsı için akrabalık hukukuna riâyet gösterirse (onun için onda bir
güzellik artırırız.) o güzelliği kat kat sevaba vesîle kılarız, bu güzel amel karşılığında en az on güzel sevap ihsan ederiz. (Şüphe yok ki, Allah gafurdur) Tevbe
edenlerin günâhlarını affeder ve bağışlar, küfr ve şirkin dışındakini de dilediği kulları için bağışlar, isterse, tevbe etmemiş olsunlar ve o Yüce Yaratıcı (şekürdür) »
şükrün karşılığını verendir kullarının güzel amelleri karşılığında birçok sevaplar ihsan buyurur.
24. Yoksa derler mi ki, Allah'a karşı gelen yalan yere iftirada bulundu. Eğer Allah dilese kalbin üzerine mühür basar ve Allah bâtılı yok eder ve sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphe yok ki, O kalplerde olanı bilicidir.
24. Ey Yüce Peygamber!. (Yoksa) Senin hakkından (derler mi ki: Allah'a karşı yalan yere iftirada bulundu) kendisinin peygamberliğe erişmesini, kendisine Kur'an'ın bir ilâhî bir kitap olarak nazil olduğunu hakikate aykırı olarak iddia ediyor. O kâfirler, böyle bir isnada mı cür'et ediyorlar?. Bu ne kadar ahmaklık!. Hiç yalan yere peygamberlik ve risâlet iddiasında bulunan bir şahsı, Cenab-ı Hak ilâhî kahrına uğratmaz mı?. Onu birtakım mucizeler ile teyid eder mi?. Faraza sen öyle bir iftirada bulunacak idin sana müsaade eder mi idi?. (Eğer Allah dilese senin kalbin üzerine mühür basar) Sana s ab r ve tahammül nasîb eder, hakkındaki gerçek dışı isnadlara karşı fazla üzülmezsin. Yahut faraza, sen iftirada bulunmak istese idin Allah senin kalbini mühürlerdi. Kuran gibi mucize bir kitabın âyetlerini ezberleyip okuyamazdın, onları unutur idin. Binaenaleyh böyle İslâm dinini yaymaya, Kur'an'ın âyetlerini okumaya muvaffak olduğunda gösteriyor ki: Sen iftiradan uzak, doğru sözlü bir Peygambersin. (Ve Allah bâtılı mahveder) Cenab-ı Hak'ka karşı yapılan bir iftira, bâtıl olduğundan mahv olmaya mahkûmdur, hiç öyle bir iftiranın devamına müsaade eder mi?, (ve kelimeleriyle) Yâni delilleriyle, (Hakkı gerçekleştirir) işte İslâm dini ve onun dayandığı Kur'an-ı Kerim birer haktır, sırf birer hakikattir. Bundan dolayıdır ki, Hak Teâlâ onu desteklemiş, onun yayılmasına müsaade buyurmuş, Yüce Peygamberini bu uğurda nice muvaffakiyetlere nail kılmıştır, (şüphe yok ki. O) Hikmet Sahibi Yaratıcı (göğüslerde olanı bilicidir.) herkesin kalbinden geçenleri, şahsi işleri hakkıyla bilicidir, bâtılın itibarını arttırmaya çalışanları bilir, zarar ve ziyanda bırakır, hakka hizmet edenleri de bilir, onları muvaffakiyetlere nail buyurur.
25. Ve O, o zâttır ki, kullarından tevbeyi kabul eder ve günâhlardan afv eyler ve ne yaptıklarınızı bilir.
25. (ve O) Kerem Sahibi mâbud (o) zât (dır ki: Kullarından tevbeyi kabul eder) yapmış oldukları günâhlardan dolayı samimî şekilde pişman olup bir daha o günâhları yapmamaya karar veren mü'min kullarını o geçmiş günâhlarından dolayı hesaba çekmez. (Ve günâhlardan afv eyler) o geçmiş günâhları af eder ve bağışlar (ve ne yaptıklarını bilir) Hayırı mı, şerri mi ihtiyar ettiklerini bilir, samimî bir şekilde mi, gayrı samimî bir hâlde mi tevbe edildiğini de bilir. Artık kullarını hikmet ve faydaya göre mükâfata veya cezaya kavuşturur. Binaenaleyh mükâfata lâyık olacak şekilde hareket edilmesi, kulluk vazifesinin gereğidir.
26. Ve îman edenlere ve s âlin amellerde bulunanların tevbelerini kabul eder ve onlara f adlından -sevaplarını- arttırır. Kâfirlere gelince onlar için şiddetli bir azap vardır.
26. Evet.. O Hikmet Sahibi Yaratıcı, kulları hakkında hikmetin gereğine göre muamelede bulunur (Ve îman edenlerin ve iyi işler yapanların tevbelerini kabul eder) onların dualarını, niyazlarını, tevbelerini kabul buyurur, (ve onlara lütfundan) Sevapları (arttırır) onları kat kat sevaplara, mükâfatlara nail buyurur, onları hiç hatırlarına gelmemi;, istememi; oldukları nîmetlere kavuşturur, (kâfirlere gelince: Onlar için şiddetli bir azab vardır) Onları da o pek bâtıl kanaatlerinin cezasına kavuşturacaktır. Onların duaları kabule lâyık değildir, onlar sapıklık içinde mahvolup gidince âhirette ebedi olarak azap görürler. İşte küfrün gereği budur.
27. Ve eğer Allah, rızkı kulları için yayacak olsa elbette yerde haddi aşarlardı. Velâkin dilediğini bir miktar ile indiriyor. Şüphe yok ki. O, kullarından haberdardır, -ve hepsini- görücüdür.
27. Bu mübarek âyetler, kullarının bütün hâllerini görüp bilen Cenab-ı Hak'kın o kullarını hikmetinin gereğine göre rızıklandırdığı ve eğer onlara rızıklarını pek bol kılmış olsa idi gurura, isyana müptelâ olacaklarını bildiriyor. Ve hamd ve övgüye lâyık olan Kerem Sahibi Yaratıcının ümitler kesilmiş olduğu bir zamanda yağmurları yağdırıp rahmetini yaymak olduğuna dikkatleri çekiyor. Göklerin, yerin ve bunlarda bulunan hayat sahiplerinin ilâhî deliller zümresinden olduklarını ve Kudret Sahibi Yaratıcının bu yaratıkları kıyamet gününde toplamaya kaadir bulunduğunu ihtar buyuruyor. İnsanlara isabet eden musibetlere kendilerinin sebebiyet vermiş olduklarını ve birçok kusurların da Allah'ın affına mazhar bulunduğunu haber veriyor. İnsanların hiçbir ilâhî takdire muhalefet edemeyeceklerini ve onlar için Allah Teâlâ'dan başka bir dost bir yardımcı bulunmadığını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve eğer Allah, rızkı kulları için yayacak olsa idi) Onları ihtiyaçlarının üstünde servete, nimete nail buyursa idi (elbette yerde haddi aşarlardı) o varlıklara güvenerek kibirli bir vaziyet alırlardı, birbirlerine karşı düşmanlıkta bulunuyorlardı, aralarında bir nice facialar meydana gelirdi, bir takım hizmetleri yapacak kimseler bulunamaz, sosyal faaliyetler sekteye uğrardı, (velâkin) O Hikmet Sahibi Yaratıcı (dilediğini) ilâhî irâdesinin gerektirdiğini, o kulları için muayyen (bir miktar ile indiriyor) haklarında Allah'ın takdiri ne ise ona göre rızıklanıyorlar, zenginliğe lâyık olanları zengin kılıyor, fakirliğe lâyık olanları da fakir düşürüyor, hepsi de bir fayda ve hikmete dayanmaktadır, (şüphe yok ki. O) Yüce Yaratıcı, (kullarından haberdardır) nelere selâhiyetleri olduğunu bilirve hepsini (görücüdür) hepsinin de açıkve gizli hâllerini görür, herkesi kendi kabiliyetine göre rızıklandırır.
İmamı Süyutİ'nin sağlam bir sened ile rivayet ettiğine göre bu âyet-i kerîme, zenginlik ve rahat yaşamayı rızk temennisinde bulunmuş oldukları için suffa ehli hakkında nazil olmuştur.
Tefsir-i Kebîrde zikredildiğine göre de: Habbâb Ibn-ül Erret demiştir ki: Biz Beni Kurayza'nın, Nâdirin ve Beni Kaynuka'nın mallarına baktık, o malları temenni ettik, bunun üzerine bu âyet-i kerîme bizim hakkımızda nazil oldu.
28. Ve O, o -Yüce Yaratıcı- dir ki: ümitsizliğe düştüklerinden sonra, yağmuru indirir ve rahmetini yayar ve O'dur dost, övülmeye lâyık olan olan O'dur.
28. (ve O) Kullarını rızıklandıran Allah Teâlâ (O) Yüce Yaratıcı (dir ki: ümitsizliğe düştüklerinden sonra) artık yağmur yağmayacak, kuraklık devam edecek, muhsulât meydana gelmeyecek diye ümitsiz bir hâlde iken (yağmuru indirir) bulutları gönderir (ve rahmetini yayar) yeryüzünü yağmur suları içinde bırakır (ve O'dur) O Kerem
Sahibi Yaratıcıdır (dost) olan kullarının işlerini lûtf ve isabetle idare eden, kullarına manen en yakın olan ve (hamît olan) bütün hamd ve övgüye lâyık bulunan ancak (O'dur) artık o Yüce Yaratıcının elbette ki, kulları hakkındaki her tasarrufu bir hikmet ve faydaya dayanmaktadır. Lâyık olanları fazla veya noksan nimetlere nail buyurması, O'nun bu hikmeti gereğidir. Ve ancak O'nun lütuf ve keremi, sonsuzdur ve her şekilde hamd övgüye lâyıktır. Bütün varlıklar, O'nun kudretinin, rahmetinin genişliğine birer şahittir. Binaenaleyh bir insan bir mahrumiyete mâruz kalırsa hemen ümitsiz olmamalıdır. İleride o mahrumiyetten kurtulabilir. Allah'ın rahmetinden ümit kesmek caiz de değildir.
29. Ve göklerin ve yerin yaradılışı, O'nun delillerindendir. Onlar da her hareket edenden yaymış olduğu şeyde ve O, dilediği zaman onları toplamaya da kaadirdir.
29. Evet.. (Ve göklerin ve yerin yaradılışı) da (O'nun) o Kerem Sahibi Yaratıcı'nın (âyetlerindendir) O'nun kudretini, büyüklüğünü, nîmetinin genişliğini gösteren deliller cümlesindendir. (onlar da) O gökler ile yerde (her hareket edende) meleklerden, insanlardan, cinlerden vesâir hayat sahipleri olan bir nevî mahlûkattan (yaymış olduğu şey de) o Yüce Yaratıcı'nın delillerindendir, varlığına, büyüklüğüne şahitlik eden delillerdendir, (ve O) Kudret Sahibi Yaratıcı (dilediği zaman onları) o yaratıp yaymış olduğu çeşitli mahlûkatını bir araya (toplamaya da kaadirdir.) Evet.. Onları kıyamet günü toplayacak, sonra aralarında ilâhî adaletiyle hükmedecektir.
30. Ve size musibetten her ne şey İsabet ederse kendi ellerinizin kazandığı şey sebebiyledir ve bir çoğundan ise afv eder.
30. (ve) Ey insanlar!, (size) Dünyada (musibetten her ne isabet ederse, kendi ellerinizin kazandığı şey sebebiyledir.) siz kendi kötü hareketlerinizden, Allah'ın emrine muhalefetinizden dolayı öyle bir musibete mâruz kalmış olursunuz. Meselâ: Vakit vakit cemiyetler arasında bir takım felâketler, umumî musibetler, kıtlık ve pahalılıklar meydana gelir. Bütün bunlar, cemiyet fertlerinin birer cezası durumundadır. Kısacası şarap içenler koruyucu hekimlik kaidelerine riâyet etmeyenler, cismen ve aklen bir nice hastalıklara müptelâ olurlar. Doğrulukla hareket etmeyen bir nice tüccarlar, nihayet iflâsa düşerler. İnsanlara zulmeden kimseler de nihayet zulmlere, felâketlere uğrarlar. Bütün bunlar, gayrı meşru ve ahlâksızca hareketlerin birer dünyevî cezasıdır, (ve) O Kerem Sahibi Yaratıcı (bir çoğundan) bir nice günâhlardan, kusurlardan (ise afv eder) onları işleyenleri hemen cezaya uğratmaz. Bu da bir ilâhî rahmet eseridir. Evet.. Cenab-ı Hak, birçok mü'min kullarını günâhlarından dolayı dilerse dünyada ve âhirette azap etmez.
Bir kısım kâfirleri de yavaş yavaş sonuca yaklaştırmak üzere bu dünyada azap etmez, fakat onlara herhalde âhirette azap edecektir. İnsanlık cemiyeti de ekseriyeti itibariyle pek çok günâhları, ahlâksızca hareketleri işleyip durmaktadırlar. Eğer bunların lâyık oldukları azap bu dünyada derhal verilecek olsa o varlıklar tamamen perişan olur, büyük bir kısmı yok olup gider. Fakat Hikmet Sahibi Yaratıcı, hikmet gereği hepsini birden azaba uğratmıyor, kendilerine bir mühlet veriyor, uyanıp hareketlerini düze it e bilme le rî için onları yaşatıyor, derhal hepsini yakalayıp azablara uğratmıyor. Binaenaleyh insanlar, bu ilâhî lütufdan da istifâdeye çalışmalıdırlar, dünyevî veya uhrevî bir cezaya düşmeden evvel hâllerini düzelterek ilâhî affa sığınmalıdırlar. Tâki, ebedî azaptan kurtulabilsinler.
Aslında bu dünyada iyi kimselerden olan bâzı zâtlar da bir kısım musibetlere uğrarlar. Bunun da başka bir hikmeti vardır. Bu bir ilâhî imtihandır. Özellikle o zâtlar, sabreder, Allah'ın takdirine razı olurlar, bu vesîle ile de kat kat sevaplara, uhrevî mükâfatlara nail bulunurlar. Maamafih bâzı mü'minlerin bu dünyada bir takım musibetlere uğramaları günâhlarının keffareti durumundadır. Onlar kusurlarının cezasını dünyada görmüş olurlar. Artık âhirette o kusurlarından dolayı ayrıca azap görmezler. Bu da Allah'ın bir rahmeti demektir.

31. Ve siz yeryüzünde âciz bırakıcılar değilsin izdir ve sizin için Allah'tan başka bir dost ve bir yardımcı da yoktur.
31. (Ve) Ey insanlar!. Ey müşrikler!, (siz yeryüzünde âciz bırakıcılar değilsinizdir.) Yâni: Siz hâşâ Allah Teâlâ'yı âciz bırakacak O'nun azabından kaçıp kurtulabilecek bir kabiliyette değilsinizdir, hakkınızdaki ilâhî hükm her ne ise o herhalde vâki olacaktır, (ve sizin için Allah'tan başka bir dost) yoktur ki, sizin işlerinizi idare ederek sizi koruyabilsin (ve) sizin için (bir yardımcı da yoktur) ki, size yardım etsin. Size gelen azabı sizden bertaraf ediversin. Binaenaleyh mâsiyetlerden kaçının, Allah'ın emrine muhalefetten sakının, ilâhî azaptan korkun, o Kerem Sahibi Yaratıcıya sığının. Çünkü sizi o kerîm mabudunuzdan başka koruyacak bir zât yoktur. O'nun hükmüne hiçbir kimse muhalefet edemez. Buna imânımız tamdır..
32. Ve O'nun âyetlerindendir, denizde dağlar gibi akıp giden gemiler.
32. Bu mübarek âyetler de Allah Teâlâ'nın ilâh olduğuna, kudret ve büyüklüğüne bir delil olmak üzere gemilerin denizlerdeki gidip gelmelerini, durmalarını dikkat nazarlarına sunuyor. İlâhî takdirin tersine bir hareketin vuku bulamayacağını bildiriyor. İnsanların dünyada eriştikleri şeylerin çabucak elden çıktığını, Allah katındaki mükâfatların ise daha hayırlı, daha baki bulunduğunu beyân ile insanların dünya varlığı hevesiyle Yüce nimetleri elde etmeye çalışmaktan geri durmamaları lüzumuna işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve O'nun âyetlerindendir). yâni: Allah Teâlâ'nın birliğine, kudretine, irâdesine işaret eden delillerdendir (denizde dağlar gibi cereyan eden gemiler.) Onlar, o kadar büyüklükleri ile, ağır yükleriyle beraber denize batmayıp üzerinde akar giderler, istenilen tarafa sevk edilebilirler.
33. Eğer dileyecek olsa rüzgârı, durdurur. Artık O'nun sırtı üzerine dura kalırlar. Şüphe yok ki, bunda elbette âyetler vardır, çok sabreden, çok şükreden kimse için.
33. (Eğer) Allah Teâlâ (dileyerek olsa rüzgârı durdurur) gemileri sevk eden kuvveti, havaya vesaire tesirsiz bırakır (artık) gemiler hareketten mahrum kalırlar (onun sırtı üzerine) deniz sularının üzerinde durarak (durakalırlar) cereyandan kalarak ileriye ve geriye gidemezler, (şüphe yok ki, bunda) O gemilerin denizlerde öyle ilâhî kudret ile cereyan etmelerinde (elbette âyetler vardır) Kâinatın Yaratıcısı'nın kudretine, hikmetine dâir deliler mevcuttur (çok sabreden) kulluk vazifelerini yerine getirme hususunda sabr ve sebat gösteren ve (ziyade şükreyleyen) kavuştuğu nimetlerin değerini bilip Cenab-ı Hak'ka şükretmeye çalışan mümin akıllı, (kimse için) Evet.. O çeşitli nakl vasıtalarının öyle denizlerde, havalarda istenilen tarafa sevk edilmeleri, bütün Cenab-ı Hak'kın takdiriyle, müsaadesiyle ve onlarda yaratmış olduğu kabiliyet sayesinde mümkün oluyor. Bunları bir ibret nazarı ile seyreden her akıllı insan, o Yüce Yaratıcının kudretini, büyüklüğünü, kâinat üzerindeki harikulade tasarruflarını ve kulları hakkındaki nimetlerini düşünerek elbette ki, şükür secdesine kapanır.
34. Yahut onları yaptıkları yüzünden helak eder ve bir çoğundan da afv buyurur.
34. Evet... O Yüce Yaratıcının kudretini düşünmeli ki: O, her şeye kâfidir, gemileri dilerse öyle yürütmeye tâbi tutar, üzerindekilerini selâmet sahiline eriştirir (yahut onları) o gemileri şiddetli bir rüzgâra, müthiş bir arızaya uğratarak onları üzerinde bulunanların (kazandıkları ile) işlemiş oldukları günâhlar sebebiyle boğar (helak eder) hiçbirini bir kurtuluş sahiline erdirmez, (ve) O kerem sahibi yaratıcı (bir çoğundan da afv buyurur) bir nice günâhları bağışlar, sahiplerini o yüzden felâkete uğratmaz, onları yine selâmete kavuşturur.
35. Ve bizim âyetlerimiz hakkında mücadele edenler bilsin ki, onlar için bir kaçacak yer yoktur.
35. Bütün bu yaratılış eserleri Allah'ın kudretinin şahididir, birliğinin delilidir. Bunları inkâra nasıl cür'et edilebilir? İşte Cenab-ı Hak, ihtar buyuruyor, ki: (Ve bizim âyetlerimiz hakkında mücadele edenler) Kâinatın Yaratıcısının varlığını, kudretini bildiren, gösteren âyetleri, delilleri inkâra cür'et eyleyenler (bilsin ki, onlar için bir kurtuluş yeri yoktur.) kendilerine gelecek bir azaptan, meselâ: Bindikleri gemilerin parçalanarak sular içinde mahv ve yok olmasından kendilerini kurtaracak bir mahlûk bulunamaz, hiçbir tarafa kaçıp kendilerini kurtarmaya muvaffak olamazlar. Böyle bir felâket zamanı akılları başlarına gelerek inkârlarının cezasına kavuştuklarını anlayacak olsalar da artık bu, kendilerine bir fâide vermez. Çünkü artık uyanma zamanı geçmiş bulunur.
36. Velhâsıl size her hangi bir şeyden verilmiş olanlar, ancak dünya hayatının geçimliğinden ibarettir ve Allah katında olan ise daha hayırlıdır ve daha bakidir, O kimseler için ki, îman etmişlerdir, ve Rab'lerine tevekkülde bulunurlar.
36. (Velhâsıl) Ey insanlar!. Güzelce düşününüz ki: (size herhangi bir şeyden verilmiş olanlar) meselâ: Zenginlik gibi, çoluk çocuk gibi, makam ve mevki gibi şeyler (ancak dünya hayatının geçimliğinden ibarettir) bunlardan yalnız dünyada istifâde edilir, bunlara mağrur olup da ebedî hayatınızı, gelecek âleminizi unutmayınız (ve Allah katında olan ise) sevaplar ve cennet nimetleri ise (daha hayırlıdır) çünkü onlar binibirdir, fevkalâde faydalıdır ve (daha bakîdir) yok olmayacaktır. O hâlde pek açıktır ki, fâni olan dünya varlıklarının o ebedî varlıklara göre büyük bir kıymeti yoktur. Artık o ebedî nimetlere erişmek için çalışılmalı değil midir?. İşte o ebedî hayırlı, nîmetler (o kimseler için) takdir edilmiştir (ki,) onlar dünyada iken (îman etmişlerdir) Allah'ın dinine kavuşmuş (ve Rab'lerine tevekkülde bulunurlar) işlerini Cenab-ı Hak'ka ısmarlar, o Kerem Sahibi Yaratıcıdan feyz ve bereket ricasında bulunurlar. Başkalarına itimat edip durmazlar.
Rivayet olunuyor ki: Ebu Bekri Sıddık Radiyallahü Anh bütün malını sadaka olarak verdi. Müslümanlardan bir cemaat, bunu kınadılar, kâfirler de bunu bir hata sandılar. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil olmuştur. Allah Teâlâ'ya tevekkül ile hak yolunda yapılan fedâkârlıkların zayi olmayıp sâhipine pek ziyade faydalı olacağına işaret etmektedir.
37. Ve O kimseler ki, günâhın büyüklerinden ve fahiş kötülüklerden kaçınırlar. Ve gazaba geldikleri zaman onlar bağışlarlar.
37. Bu mübarek âyetler de Allah katındaki daha hayırlı ve daha baki nimetlere kavuşacak olan zâtların evvelce zikredilen bir vasfının dışında yedi vasfını da beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: O vâ'd buyuruları hayır ve nîmetler, birinci vasıf olarak İman ile ve ikinci vasıf olarak hakka tevekkül ile vasıflanan zâtlar için bildirilmiş olduğu gibi (ve o kimseler için) bildirilmiştir ki, üçüncü vasıf olarak (günâhın büyüklerinden ve fahiş kötülüklerden kaçınırlar) yâni: Öldürme gibi, zina gibi, hırsızlık gibi büyük günâhları işlemezler, hukuk, akıl ve yaratılış itibariyle çirkin olan sözlerde ve fiillerde bulunmazlar, (ve) Dördüncü vasıf olarak da, (gazaba geldikleri zaman onlar) gazaplarını bertaraf etmeğe çalışırlar, gazaplarına sebebiyet verenleri af ederler, onların kusurlarını (bağışlarlar) intikam almaya kalkışmazlar.
38. Ve o kimseler ki: Rab'lerinin davetine icabette bulundular ve namazı dosdoğru kıldılar ve onların işleri aralarında danışma iledir ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerdende harcarlar.
38. (Ve) O büyük hayır, baki nîmet (o kimseler için) bildirilmiştir (ki,) beşinci vasıf olmak üzere (Rab'lerine icabette bulunurlar) Allah'ın emrine samimî bir kalb ile tam bir itaat göstererek o emri yerine getirmiş oldular (ve) altıncı vasıf olmak üzere beş vakit (namazı dosdoğru kıldılar) dinin rükünlerinin en büyüklerinden olan o
mübarek ibâdetle kalblerini aydınlatmaya çalıştılar (ve) yedinci vasıf olmak üzere (onların işleri aralarında danışma iledir) kendilerine bir hâdise yüz gösterince istişarede bulunurlar, en doğru, en fâideli, dini meselelere en uygun olanı ise, onu ittifakla kabul ederler, (ve) Sekizinci vasıf olarak da (kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infakta bulunurlar.) fakirlere, zayıflara yardım ederler, İslâm yurdunun yükselmesi için elden gelen yardımları esirgemezler.
§ Şûra; Teşâvür, müşaverede bulunmak, bir iş hakkında bilgi edinmek için konuşmak, en doğru, uygun olan hususun anlaşılması için görüşlere müracaat etmek demektir.
Denilmiştir ki: Herhangi bir kavim, istişarede bulunursa en doğru olan işe yol bulmuş olur. Resül-i Ekrem Efendimiz dahi Ashâb-ı kirâmiyle birçok işler hakkında, meselâ: Cihâd hususunda danışmada bulunurdu. Fakat dînen malûm olan hükümler hakkında istişareye mahal yoktur. O Yüce hükümler her ne ise onu bütün m üs l uman l arın öylece kabul etmeleri icabeder. Ancak bâzı dini meseleleri herkes bilmediği için o hususta kitaba ve sünnete müracaat edilir. O meselenin hükmünün o iki esastan nasıl çıkarılmış olduğu ve müctehitlerin o konudaki beyânlarının anlaşılması için ilmî bir şekilde istişare yapılır, o gibi hususlarda keyfî kanaatlere kıymet verilemez.
İstişarede bulunanlar, selâhiyetli olmalıdırlar, sırf hakkın, sevabın tecellîsini temin maksadı takîb edilmelidir, bencillik ve şahsî faide hissinden uzaklaşarak tam bir samimiyetlere hakikatin, en fâideli hususun meydana çıkmasını temine çalışmalıdır ve ortaya çıkan hakkı kabulden kaçınmamalıdır.
39. Ve O kimseler ki: Onlara bir zulm isabet ettiği zaman onlar yardımlaşmakta bulunurlar.
39. (Ve) O pek mühim hayır nîmet (o kimse için) bildirilmiştir (ki) dokuzuncu vasıf olmak üzere (onlara bir zulm isabet ettiği zaman) kendilerine karşı her hangi bir azgın, isyankâr bir şahıs veya bir gurup haksız yere bir tecâvüzde bulunduğu vakit (onlar, yardımlaşmakta bulunurlar) birbirlerini himayeye, müdafaa çalışırlar. Zulm eden kimselerden haddi aşmaksızın intikam almak isterler, aralarındaki dayanışmayı, din kardeşliğini ve İslâm kahramanlığını gösterirler yabancıların, ahlâksızların tecâvüzlerine meydana vermezler.
Velhâsıl: Bu beyân olunan seçkin vasıflara sahip zâtlar, yarın âhirette büyük bir hayıra, büyük nimetlere, ilâhî lütuflara nail olacaklardır. İşte bunlar, İslâm ahlâkının, İslâm sosyolojisinin ne kadar mükemmel olduğunu da göstermektedir.
40. Bir kötülüğün cezası da O'nun misli bir kötülüktür. Fakat kim affeder ve barışı sağlarsa artık O'nun mükâfatı da Allah'a aittir. Şüphe yok ki. O, zâlimleri sevmez.
40. Bu mübarek âyetler görülen bir kötülüğe ancak dengi ile karşılık verileceğini, bundan dolayı, hesaba çekilemeyeceğini fakat af ile muamele yapılmasının mükâfata vesîle olacağını bildiriyor. Ancak zulm edenlerin, azgınlıkta bulunanların hesaba çekileceklerini ve azaba uğrayacaklarını ihtar buyuruyor. Kötülüklere karşı sabrda, affedici muamelede bulunanın ise teşekküre değer bir ahlâkî fazilet göstermiş olduğuna işaret ediyor. Kötü hareketlerinden dolayı sapıklığa bırakılacak kimselerin ise dost ve yardımcıdan mahrum kalacaklarını ve azabı görünce dünyaya dönmeyi temenni edeceklerini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Bir kötülüğün) Yâni: Haksız yere yapılan bir muamelenin, meselâ: bir şahsı öldürmenin (cezası da onun misli) o haksız muamelenin karşılığı olan (bir kötülüktür.) meselâ: Onun gibi öldürmektir. Haksız yere yapılan bir muamelenin, bir konuşmanın karşılık olarak aynısını yapmak bir kısım şartlara bağlıdır. Kısacası o muamelenin, konuşmanın
mukabil şekilde yapılması, haddizatında caiz bulunmalıdır. Bir hür mü'mini kasten öldüren diğer hür mümini öldürmek gibi ki, bu caiz bulunmaktadır. Bu ikinci öldürme hâdisesi, haddizatında mes.ru olduğu için bir günâh, bir kötülük değildir. Belki durumu düzeltmeye, cinayetlerin önünü almaya vesîle olduğu gibi güzel bir muameledir. Ancak haddizatında öldürme iyi bir şey olmayı öldürülene nazaran kötü bir muamele olduğu için ona da, benzerlerine de "seyyie = kötülük" adı verilmiştir.
Bâzı kötülükler de vardır ki, onların karşılığında aynı şekilde kötülük yapılması caiz değildir, belki o kötülüklerin hukuken belirli cezaları vardır, onlar tatbik edilir. Meselâ: Bir kimse bir şahsın namusuna tecâvüz etmiş bulunsa onun da namusuna tecâvüz edilemez, belki o tecâvüzün hukuken belirlenmiş olan cezası tatbik edilir. Bunlar, fıkha âid geniş meseleleri içersine almaktadırlar. (Fakat kim affeder) Herhangi bir kötülük gören kimse o kötülüğü yapan şahıstan intikama kalkışmaz, karşılıkta bulunmazsa (ve barışı sağlarsa) aralarındaki düşmanlığı giderecek şerefli hareketleri tercih eyler ise (artık onun) af eden kimsenin (mükâfatı da Allah'a âidtir) Cenab-ı hak ona bu yüzden birçok sevaplar ihsan buyurur. Bu ilâhî beyân, insanları af cihetine teşvik etmektedir, (şüphe yok ki, O) Hak Teâlâ Hazretleri (zâlimleri sevmez.) öyle başlangıçta kötülükte bulunanları sevmediği gibi kötülüğe fazlasiyle karşılıkta bulunanları da sevmez, bunlar birer zulmden ibarettir. Binaenaleyh bu hususta denkliğe riâyet edilmelidir. Af ciheti tercih edilirse bu da bir ahlâkî fazilet eseridir. Saldırgan kimsenin utanmasına, kusurunu terketmeşine ve bir takım ihtilâfların devam etmeyip ortadan kalkmasına sebep olabileceğinden dolayı övülmüştür, sahibi için manevî mükâfata vesiledir.
41. Ve her kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa artık onların üzerine bir yol yoktur.
41. (Ve her kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa) Kendisine zulm eden şahsa karşı meşru şekilde karşılıkta bulunursa, af cihetini tercih etmezse (artık onların) öyle karşılıkta bulunan kimselerin (üzerine bir yol yoktur.) onlar azaba, kınamaya lâyık olmuş olmazlar. Nihayet olan bir şeyi, af cihetini terk etmiş, haddizatında caiz olan birfiilde bulunmuş olur.
42. Ceza ancak O kimseler üzerinedir ki, insanlara zulm ederler ve yerde haksız yere azgınlıkta bulunurlar. İşte onlar için pek acıklı bir azap vardır.
42. (Yol) Hesaba, günâh (ancak ancak o kimseler üzerinedir ki insanlara zulmederler) onun bunun hakkına tecâvüzde bulunurlar ve intikam hususunda haddi aşarlar, (ve yerde haksız yere azgınlıkta bulunurlar) Ona buna karşı kibirli ve tahakküm edici bir vaziyet alırlar, başkalarının meşru hareketlerine manî olmak isterler. (İşte onlar için pek acıklı bir azap vardır) onlar zulmlerinden, başkalarının haklarına tecâvüzlerinden dolayı öyle bir cezaya lâyık bulunmuş olur.
43. Ve elbette her kim sabreder ve -kötülüğü- affederse şüphe yok ki, O yapılmaya değer işlerdendir.
43. (Ve elbette herkim sabreder) Gördüğü bir kötülükten dolayı hemen intikama, ve benzeri bir karşılıkta bulunmaya kalkışmaz (ve) gördüğü kötülüğü (affederse) af eyler, onu teşhire kalkışmaz, onu Cenab-ı Hak'ka havale eylerse (şüphe yok ki, o) sabr ve af (yapılmaya değer işlerdendir.) tercih edilmeğe lâyık, hukuken taleb edilen, ahlaken güzel muamelelerden sayılmaktadır. Evet.. İnsan, haysiyetli olmalıdır, insanlardan gördüğü bir takım kusurları affetmeye ve bağışlamaya çalışmalıdır.
"Cihanda bîkusur insan bulunmaz"
"Ve lâkin her kusur teftiş olunmaz"
44. Ve Allah kimi sapıklıkta bırakırsa artık O'nun için ondan sonra bir dost yoktur. Ve zâlimleri göreceksin ki, azabı gördükleri zaman diyeceklerdir ki: Acaba geri dönmeğe bir yol var mıdır?.
44. (Ve Allah kimi) Hangi kulunu o kulun kötü irâdesinden, kabiliyetinden dolayı (sapıklıkta bırakırsa) onu sapıklık içinde yaşatırsa (artık onun için ondan sonra) öyle sapıklığa düşürüldükten sonra (bir dost yoktur) ona yardım edecek, onu sapıklıktan kurtaracak bir dost, bir yardımcı bulunamaz, (ve zâlimleri) Yâni: Kâfirleri (göreceksin ki,) kıyamette (azabı gördükleri zaman diyeceklerdir ki: Acaba geri dönmeğe) bizim için tekrara dünyaya gidip îman ve durumlarımızı düzeltmeğe (bir yol var mıdır?.) onlar böyle boş bir temennide bulunacaklardır. Heyhat ki, artık bu temennileri kabule lâyık değildir, onlar lâyık oldukları azaplara kavuşmuş olacaklardır.
45. Ve onları göreceksin ki: Zilletten başlarını öne eğerek, zayıfça göz kapağını depreterek baktıkları hâlde âteşe arzolunacaklardır ve İman etmiş olanlar da diyeceklerdir ki: Şüphe yok, ziyana uğrayanlar O kimselerdir ki, kıyamet günü nefslerini ve ailesini hüsrana uğratmış olurlar. Uyanın!. Muhakkak ki, zâlimler bir ebedi azap içindedirler.
45. Bu mübarek âyetler de kâfirlerin cehenneme ne kadar zelil bir tarzda ve o âteşe korkularından dolayı göz ucuyla baka baka sevk edileceklerini bildiriyor. O kâfirlerin de, ailelerinin de hüsrana uğradıklarını müminlerin söyleyeceklerini ve o kâfirlerin ebedi surette azapta kalacaklarını haber veriyor. Cehenneme atılacak kâfirlere yardım edecek bir dostları bulunamayacağını ve Allah'ın sapıklığa düşürdüğü kimseler için bir kurtuluş yolu bulunmadığını ihtar ediyor. Kıyamet gelmeden evvel âlemlerin Rabbi'nin dâvetine icabet edilmesini, o günde sığınılacak bir mahal bulunamayacağını ve hiçbir kimsenin kendi günâhlarını inkâr edemeyeceklerini anlatıyor. Resül-i Ekrem'in davetini kabulden kaçındıkları takdirde bundan o kaçınanların mesul olacaklarını, Hz. Peygamberin vazifesi ise dini hükümleri bildirmekten ibaret bulunduğunu zikrediyor. İnsanların kavuştukları bir rahmetten, bir nimetten dolayı sevinir olduklarını, kendilerine kendi kusurlarından dolayı bir musibet, bir mahrumiyet isabet edince de nankörlük yaparak evvelce nail oldukları nimetleri unutur olduklarını ve ümitsizliğe düştüklerini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve onları) o cehenneme sevk edilen zâlimleri yarın kıyamet günü (göreceksin ki,) kendilerine yüz gösteren korkunç şeylerden dolayı (zilletten mütevazİ oldukları) pek zelilce, haince bir vaziyet aldıkları ve (zayıfça göz kapağını deprederek baktıkları) cehennemden korkarak ona göz uçları ile bakıp durdukları (hâlde âteşe arz olunacaklardır.) o korktukları âteşe atılmış olacaklardır, (ve İman etmiş olanlar da) O kıyamet günü (diyeceklerdir ki: Şüphe yok zarara uğrayanlar) hakikaten sermayesini kaybedip zarara, felâkete uğrayanlar (o kimselerdir ki: Kıyamet gününde nefslerini ve ailelerini hüsrana uğratmış olurlar.) Dünyada iken şaşırtmış oldukları çoluk ve çocuklarının da böyle bir akıbete uğramalarına sebebiyet vermiş bulunurlar. Bilâkis çoluk ve çocukları dindar olarak âh i ret e gitmiş olunca da kendi felâketlerinden dolayı onları üzmüş, aralarında büyük bir ayrılık bulunmuş olacaklardır. Artık ey insanlar!, (uyanın) İbret alın. (muhakkak ki, zâlimler) Yâni: Zulme devam eden kâfirler, mutlak surette zikredilen zâlimlerden maksat, kâfirlerdir, (bir ebedi azap içindirler.) Ondan asla çıkıp kurtulamayacaklardır. Bu hitap cümlesi!. Ya müminlerin ifâdeleri cümlesindendir veya onların ifâdelerini Cenab-ı Hak'kın tasdikinden ibarettir.
46. Ve onlar için Allah'ın ötesinde kendilerine yardım edecek dostlardan hiçbir kimse yoktur ve her kimi ki, Allah sapıtırsa O'nun için bir yol da yoktur.
46. (Ve onlar için) O cehenneme ebediyen atılacak kâfirler için (Allah'ın ötesinde) o Yüce Yaratıcının hükmüne muhalefet edebilip (kendilerine yardım edecek olan
49. Göklerin ve yerin mülkü, Allah içindir, dilediğini yaratır, dilediği kimseye kız çocukları bağışlar ve dilediği kimseye erkekler bağışlar.
49. Bu mübarek âyetler de bütün göklere ve yere sahip olan Allah Teâlâ'nın dilediklerini yarattığını ve dilediği kullarına birçok evlât ihsan edip etmediğini bildiriyor. Ve o Kerem Sahibi mabudun kullarına kaç şekilde vahy ettiği, onlara ilâhî hitabın ne şekilde tecellî eder olduğunu haber veriyor. Hz. Peygamber'in de nasıl bir ilâhî vahiy sayesinde ilmi mükemmelliklere sahip ve bir hidâyet nuruna erişip insanlık için bir hidâyet rehberi olduğunu gösteriyor ve bütün mahlûkata âid işlerin bütün kâinata sahip olan Ezelî Yaratıcının manevî huzuruna sevk edileceğini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Göklerin ve yerin mülkü, Allah içindir) Bunları yaratan, bunlara mâlik olan, bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunan o Yüce Yaratıcıdır ki, (dilediğini yaratır) meydana getirir, O'nun her irâde ettiği şey mutlaka tahakkuk eder (dilediği kimseye) evlâttan yalnız (dişiler) kızlar (bağışlar) onları yaratıp ihsâneder (ve dilediği kimseye) de evlâttan yalnız (erkekleri bağışlar) onları oğullara nail buyurur.
50. Veyahut onları erkekler ve dişiler olarak çift eder ve dilediğini de kısır kılar. Şüphe yok ki, O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.
50. (Veyahut onları) O evlâdı (erkekler ve dişiler olarak çift eder) dilediği bir kuluna da hem kız, hem de oğlan evlâd nasip eyler, o kulunu öyle iki sınıf evlâda nail buyurur (ve dilediğini de kısır kılar) onun evlâdı meydana gelmiş olmaz (şüphe yok ki: O) Kerem Sahibi Yaratıcı (âlimdir) her şeyi hakkıyla bilir ve (kaadirdir) her şeye kudreti fazlasiyle kâfidir. Binaenaleyh ve Yüce Yaratıcının dilemesi, var etmesi ve yok etmesi, hikmet ve fayda gereği ne ise ona göre tecellî eder, dilediği kullarını birçok evlâda, nimetlere nail eder ve dilediği kullarını da evlâddan vesâir bâzı nimetlerden faydalandırmaz. Meselâ: Şuayb ve Lüt Aleyhisselâm'a yalnız kız evlâdı vermiştir. İbrahim Aleyhisselâm'a yalnız erkek evlâdı ihsan buyurmuştur. Erkek olanlar: Kasım ve Abdullah ve İbrahim üç mübarek oğludur. Kız evlâdı Zeynep, Rukiye, Ümmigülsüm ve F at im et zehra adında dört mübarek kızıdır. Yahya ve İsâ Aleyhisselâm'ı da kısır kılmış, onların evlâdı dünyaya gelmemiştir.
51. Ve bir insan için doğru değildir ki, Allah onunla konuşsun. Ancak vahy ile veya bir perde arkasından -sözle- veyahut bir elçi göndererek kendi izniyle dilediğini vahy ettirmesi ile -olan konuşma- müstesna. Şüphe yok ki, O, pek yücedir, çok hikmet sahibidir.
51. Evet.. O Yüce Yaratıcının her emri her fiili bir hikmet ve fayda üzere tecelli eder, peygamberlerine de bir hikmet ve fayda dairesinde peygamberlik ve risâlet vermiştir, onları da öyle ruhanî nimetlere nail buyurmuştur, onlara da dinî hükümleri bir hikmet ve yücelik yönüyle bildirmiştir. (Ve bir insan için) insan fertlerinden herhangi bir zât için (doğru) lâyık, kolay ve takdir edilmiş (değildir ki, Allah onunla konuşmada bulunsun) çünkü, Peygamberler, maddiyat âleminde, zaman ve mekân içinde bulunmuşlardır. Cenab-ı Hak ise maddiyattan, zaman ve mekândan uzaktır, kullarıyla bir mekânda karşı karşıya gelip konuşmaktan yücedir, aralarında nice bir nice mânevi perde vardır (ancak) Allah Teâlâ dilediği şeyleri herhangi bir Peygamberine üç şekilden biriyle bildirir. Şöyle ki: Birinci: (vahyile) Bildirir. Yâni dilediği şeyi, arada bir vasıta olmaksızın gizli bir söz ile veya doğru bir rüya ile Peygamberlerinin kalbine düşürür, ilham eder. İlâhî hitabını işitip telâkki etmeğe o Peygamberini muvaffak kılar. Nitekim İbrahim Aleyhisselâm'a kurban etmesi öyle bir rüya ile vahyedilmişti. (veya bir perde arkasından) Bir kelâm, ile bildirir, ilâhî hitabını Peygamberine bu şekilde işittirir, telkin buyurur ki, ilâhî kelâmı işitildiği hâlde yüce zâtı görülmüş olmaz. Nitekim Musa Aleyhisselâm böyle bir ilâhi vahye nail olmuştu. Bu da ikinci şekildir (veyahut bir elçi göndererek kendi izniyle) ilâhî müsaadesiyle kendisinin (dilediğini) o elçi vasıtasiyle (vahy ettirmesi ile) öyle bir konuşma şekliyle bildirir. Bu da üçüncü bir şekildir. Nitekim bizim Peygamberimize ve diğer Peygamberlere Cibril-i Emin vasıtasiyle birçok vahyler, tebliğler vâki olmuştur. Bu vahylerin Allah tarafından olduğu, o Peygamberlerin kavuştukları mucizeler ile desteklenmiş ve kuvvetlendirilmiştir. İşte böyle üç şekilde olan konuşma
(müstesna) bunlardan herhangi biriyle Cenab-ı Hak Peygamberlerine dilediği şeyleri vahyedip bildirmiştir, (şüphe yok ki, o) Kâinatın yaratıcısı (pek yücedir) mekândan münezzehtir mahlükatının sıfatiyle vasıflanmış olmaktan yücedir. O Yüce Yaratıcı »çok hikmet sahibidir.) onun bütün ilâhî fiilleri, birer hikmet yolu üzere cereyan etmektedir, işte Peygamberlerine de hikmet gereğine göre bu üç nevi vahyden biriyle dilediği şeyleri bildirir, onları ilâhî kelâmından ve ilâhî kitaplarından haberdar buyurur,
52. Ve işte sana da evimizden bir ruh vahy ettik. Sen bilir değildin ki, kitap nedir, îman nedir ve lâkin biz onu bir nûr kıldık, onunla kullarımızdan dilediğimizi hidâyete erdiririz ve şüphe yok ki, sen bir doğru yola rehberlik edersin.
52. (Ve işte sana da) Ey Son Peygamber!. Diğer Peygamberlere vahyettiğimiz gibi (emrimizden) ilâhî vahyimiz cümlesinden olarak (bir ruh vahyettik) yâni: Sana da manevî hayatın sebebi olan bir kitabı veya rahmeti vahy eyledik veya Cibril-i Emîni bir ilâhî vahiy olarak sana göndermiş olduk, (sen) Ey Yüce Peygamber!. Vahyden evvel (bilir değildin ki, kitap nedir) onun kutsal içeriği neden ibarettir ve bilir değildin ki (îman nedir?.) yâni: îmanın kitapta ayrıntılı olarak bildirdiği şekilde îmanın şartlarını, rükunlarını dini gerekleri detaylı şekilde bilemezdin. Bunlar vahyden önce meçhul bulunmakta idi. Diğer yorumlara göre de: Sen namazın veya diğer dini vazifelerin neden ibaret olduğunu bilemezdin ki, peygamberliğine îman etmiş olabilesin. Bütün bunları vahy sayesinde öğrendin. Gerçekte Resûl-i Ekrem Efendimiz, ümmi idi. Fetret devrinde dünyayı şereflendirmişti. Vahiyden önce îmanın şartlarına, şeriatlerin hükümlerine ayrıntılı olarak vakıf olamazdı. Fakat akıl ve düşünce yoluyla bilinecek olan Allah'ın birliğine inanıyordu, ilâhî yüceliğini ikrar etmekte idi, putlara, müşriklere karşı kalben düşmanlık beslemekte idi, putların adına kesilen hayvanların etlerinden yemezdi. Kâbetullâhı ziyaret ederdi. Sonra ilâhî vahiy sayesinde bütün dini hakikatleri tam anlamıyla öğrenmiştir. İşte Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (ve lâkin biz onu) Sana vahyetmiş olduğumuz ruhu, Kur'an-ı Kerim'i (bir nûr kıldık) onu büyük bir hidâyet nuru kılmış olduk, (onunla kullarımızdan dilediğimizi hidâyete erdiririz) Hidâyete erme yolunda ihtiyarını, kabiliyetini sarf eden bir kulu hidâyete kavuştururuz (ve şüphe yok ki, sen) Ey Muhammedi. O nûr ile (elbette bir doğru yola rehberlik edersin.) Hak Teâlâ'nın dilediği, lâyık gördüğü kullarını İslâmiyet e, dini hükümlerini kabule sevk etmiş, onun için bir hidâyet vesilesi bulunmuş olursun.
§ Vahy; İlham etmek, bildirmek, süratle işaret etmek, gizlice ihbar etmek, bir şeyi gerek uyanık iken ve gerek uyku hâlinde kalbe atmak demektir. Allah Teâlâ'nın herhangi bir şeyi Peygamberlerinden birine bu şekilde bildirmesi, bir ilâhî vahiydir. Bununla beraber vahy olunan şeylere de "vâhî" denilir ki: İsmi meful sigasiyle "mühâ" mânasına gelmiş olur. Bu itibarla vahyler, iki kısma ayrılır, birisi "vahy-i metlu" (okunan vahiy) dir ki. Bu Kur'an'ı Kerim'dir. Bunu Cibril-i Emîn Allah tarafından getirip Peygamberimize tebliğ etmiştir. Diğeri de "vahyi gayri metlûv" (okunmayan vahiy) dur ki, bu da kutsi hadislerdir. Bunlar da peygamberin kalbine vasıtasız olarak Allah tarafından ilham olunmuşlardır. Resûl-i Ekrem'in hiçbir kimseden bir şey okuyup yazmamış olduğu hâlde daha sonra Kur'an-ı Kerim gibi bir mucizeyi yaymaya başlayıp o kadar yüce dini hükümleri, şer'i meseleleri, ahlâkî faziletleri bütün insanlığa tebliğe muvaffak bulunması, onun ilâhî vahye mazhar peygamberlik vazifesiyle yükümlü olduğuna pek parlak bir delil bulunmaktadır.
"Baştan başa gark eyledi envara cihan"
"fak-ı risâletde doğan vahy-i ilâhî"
53. O Allah'ın yoluna ki, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hep Onundur. Agâh ol!. Bütün işler Allah'a dönüp varacaktır.
53. Evet.. Ey Yüce Peygamber!. Sen mazhar olduğun ilâhî vahiy sayesinde bir hidâyet rehberisin (O) ortak ve benzerden uzak olan (Allah'ın yoluna ki, göklerde ve yerde ne varsa hep onundur) bütün o varlıklar, yaratılış, mülk ve tasarruf yönüyle o Yüce Yaratıcının kudreti ve irâdesi altındadır. (Agâh ol) Ey Allah'ın kulu!. Haberdar ol, uyanık bulun (bütün işler) mahlûkatın bütün işleri, mükelleflerin bütün amelleri (Allah'a dönüp varacaktır.) herkes hak ettiğine göre muameleye tâbi tutulacaktır. Bu ilâhî beyân itaatkâr kullar hakkında vâ'di, müjdeyi içermektedir, günahkârlar hakkında da tehdidi kapsamaktadır. Binaenaleyh daha fırsat elde iken kulluk vazifelerini güzelce yerine getirmeğe çalışarak ebedi saadete kavuşmayı kerem ve merhamet sahibi olan mabudumuzdan niyaz etmelidir. Ve başarı, Allah'tandır.
  Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +2 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:04.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, yasaya aykırı yada telif hakkı içeren paylaşımları iletişim bölümünden bizlere bildirebilirsiniz